AVRUPA REFORM HAREKETLERİ

PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU

Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi olarak; 16. asırda Batı Avrupa hıristiyan dünyasında, Katolik Kilisesi’ne karşı gelişen başkaldırı hareketleri ve mezhebi mücadelelerin geneline verilen addır.

Putperest Roma İmparatorluğu üzerinde gelişip serpilen Hıristiyanlık, Roma putperestliğini uzun ve çileli mücadeleler sonucunda alt etmeyi başarmış ve imparatorluk topraklarında nüfuz ve etkisini artırmıştı. İmparator Konstantin’in 313 yılında Miano Fermanı’nı yayınlamasıyla da hıristiyanlar geniş imparatorluk topraklarında serbestçe dini ritüellerini yerine getirme hakkı elde etmişlerdi. Yeni din, baskıların azalmasıyla hızla yayılışını sürdürdü. Nihayet 380 yılında İmparator Theodos zamanında tüm Roma İmparatorluk topraklarında Hıristiyanlık resmi din haline geldi. 

İmparatorların, kitleleri hıristiyanlaştırma misyonunu üstlenmesi sayesinde, Roma; büyük bir Hıristiyan İmparatorluğu haline geldi. Ancak Orta Doğudan İngiltere’ye kadar Akdeniz’i tam bir göl haline getiren İmparatorluk topraklarında siyasi münakaşalar eksik olmuyordu. İstanbul şehrinin kurulmasının ardından Roma İmparatorluğu 395’te Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak fiilen ikiye ayrıldı. Siyasi çekişmeler, tarih boyunca olduğu gibi Hıristiyanlığın da geleceğini olumsuz etkilemiş ve zamanla; İstanbul Kilisesi, Doğu Roma İmparatorlarının tesiri altına girerek, Papanın otoritesinden tamamıyla bağımsız hale gelmişti. Artık Ortodoksluğu temsil eden Doğu Hıristiyanlığı ve Katolikliği temsil eden Roma kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştı. Böylece, Balkanlar ve doğusunda kalan tüm Ortodoks Hıristiyanlar; İstanbul’da siyasi olarak Bizans İmparatoru’na, dini olarak da İstanbul Patriği’nin otoritesine tabi olmuştu. Batıda ise, Roma’da oturan Papa; kendisini daima, dünya hıristiyanları üzerinde sadece ruhani değil, cismani yönden de tam yetkiye sahip bir otorite olarak görmekteydi. Bir başka ifade ile anlatılmak gerekirse Papa; ya doğrudan doğruya dünyevi iktidarı elinde tutmalı, ya da dünyevi iktidarı elinde tutanlar meşruiyetini Papadan almalıydı. Nitekim; 800 yılında Papa, Şarlman’a taç giydirerek onu Mukaddes Roma İmparatorluğu’nun hakimi ilan etmişti.

Batı dünyasında Papa, Orta Çağ boyunca; dini, kültürel, siyasi ve sosyal yönden mutlak bir otorite olarak kabul edilmekte, karizmatik bir konumda bulunmaktaydı. Katolik Roma Kilisesi; Haçlı Seferlerinde yüz binleri harekete geçirebilmekte, kralları bu seferlere sürükleyebilmekte, manastırlarda bir tür hıristiyan militanı sayılabilecek şövalyeler yetiştirerek Mukaddes Kilisenin emrinde hazır tutabilmekteydi. Bilim adamları ve sanatçılar; bu muazzam güç ve otoritenin kontrolünde eserler vermekte, tüm tavır ve davranışlarında aforoz tehdidini daima göz önünde bulundurmak mecburiyetinde hissetmekteydiler.

REFORM ÇAĞINDAN ÖNCE KİLİSEYE YÖNELEN İTİRAZLAR

Katolik Kilisesi’nin bu muazzam gücüne rağmen, yer yer bu otoriteye mevzii isyanlar ve itirazlar da olmaktaydı. Daha çok siyasi güçlerce desteklenen bu hareketlerde; Katolik Kilisesi’nin uygulamalarına karşı tavır alınmakta, eleştiriler Katolik akidesinden çok, din adamlarının yanlış tavırlarına odaklanmaktaydı. Orta Çağ’ın sonlarında yaşamış olan meşhur İngiliz reformcu vaiz John Wyclif(l329-1384); Oxford Üniversitesinin önde gelen fılozoflarındandı. Katolik Kilisesi’ne karşı net bir tavırla karşı gelmiş ve etkili bir hareket başlatmıştı. Hükümetin «yozlaşan din adamlarının mallarına el koyması» uygulamasına destek vermekle kalmadı Kilisenin Orta Çağ’a ait öğretilerine karşı sert eleştiriler ihtiva eden yayınlarda bulundu. John Wyclif; etkisi daha sonra büyük olacak olan önemli bir adım atarak, Kitab-ı Mukaddes’in Latince çevirisi olan Vulgate’yi İngilizceye çevirdi. Yazdıkları, ateşli vaazları ve ders halkalarındaki etkili konuşmalarıyla çok büyük kalabalıkları kendine bağlamayı başardı. Güçlü bir biçimde taraftarlarını örgütledi ve böylece; «Mırıldananlar» ya da «Mırıltıcılar» anlamına gelen «Lollardcılık» adını alan bir hareket ortaya çıktı. Zamanla dini ve siyasi baskı altına alındıysa da; bu akım, bir sonraki yüzyılda meydana gelen Reform Hareketleri’nin tetikleyicisi oldu. Bilhassa Almanya’da ortaya çıkan Luthercilik akımının yolunu hazırladı.

Büyük Reform öncesinin batıdaki en etkili muhaliflerinden biri de Çek asıllı Jan Hus (1374- 1415) idi. Bir rahip olarak atandığı Prag’da ferdi dindarlık ve erdemli hayatla ilgili vaazlarıyla tanındı. Wyclif’den etkilenerek Kitab-ı Mukaddes’in önemini sürekli vurgulamakta, din adamlarının da bu metinlerin dışında din ihdas edemeyeceğini her platformda seslendirmekteydi. Din adamlarının yolsuzluklara bulaşmasını kınamaktaydı. Onları resimlere tapınmakla, sahte mucizelere inanmakla ve Rabbin sofrasında kilise şarabını halkla paylaşmamakla suçladı. Günahların para karşılığı bağışlanmasına da şiddetle karşı çıkmaktaydı. Bu tutum ve davranışlarının ve Prag’ı yoğun tartışmaların merkezi haline getirmesinin bedelini, çok ağır ödedi. Görüş ve düşüncelerini savunmasına fırsat verilmeden yargılandı ve kazıkta yakılarak ölüme mahkum edildi. Ancak kahramanca ölümü, Çek halkının milli duygularını uyandırdı ve Bohemya’da Husçu Kilisesi kuruldu.

Büyük Reform Hareketleri’nden önce başlayan bir diğer reform kıvılcımı da İtalyan vaiz Girolamo Savonarola (1452-1498) tarafından tutuşturulmuştu. Medici ailesinin Floransa’dan kaçmasının ardından yıldızı parlayan Savonarola, Katolik Kilisesi’ne karşı faaliyetlerde bulunarak Vergi Reformunu başlattı, yoksullara yardım etti ve Yargı Reformunu gerçekleştirdi. Etkili vaazlarıyla sanat ve eğlence merkezi haline gelmiş Floransa’yı adeta bir manastıra dönüştürdü. Papa VI. Alexandır’ı ve «yoldan çıkmış Papalığı» kınaması, kendisiyle beraber tüm Floransa’nın da aforoz edilmesine yol açtı. Kiliseye karşı çıkışının bedeli, gerçekten çok ağır oldu. İdam edilen Savonarola 16. yüzyılda gelişen Protestan hareketlerinin önünü açan sembol isimlerden kabul edilmektedir.

Öte yandan matbaa, Protestan Reformu’nun hızla yayılmasında önemli bir rol oynadı. İlk Alman reformcularının (Luther, Melanchthon) yazıları birkaç hafta içinde oldukça geniş bir kesime ulaşarak kısa bir süre sonra Paris ve Roma gibi hıristiyan başkentlerinde okundu. Matbaacılar, yazarı belli olmayan Benefıcio di .Christo isimli kitabı 1543 yılında yayınlamış ve sadece Venedik’te 40 bin adet satmışlardı. Kısacası matbaa Protestan Reformunun yolunu açan en önemli kültürel faktördü. Erasmus’un dini yazıları da bu büyük değişimin önünü açmaktaydı. Erasmus şöyle diyordu:

“Keşke mukaddes yazılar bütün dillere çevrilebilseydi. Böylece yalnız İskoçlar ve İrlandalılar değil Türkler ve Araplar da onları okuyup anlayabilirdi. Çiftçi, toprağı sürerken onları söylesin, dokumacı mekik sesleri arasında mırıldansın, yolcu yolculuğun tekdüzeliğini onların hikayeleriyle atsın istiyorum.”

MARTİN LUTHER «SÖZLERİMİN ARKASINDAYIM»

Avrupa tarihinin ve insanlık tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri kabul edilen Reform Hareketleri, dünyayı sadece din alanında etkilemekle kalmadı; Almanya’da başlayan bu hareket, siyasi, içtimai, ekonomik ve entelektüel çok köklü sonuçlar doğurdu.

Esasen her şey Wittenberg Üniversitesinde ilahiyat profesörü olan Martin Luther’in 1511 yılında gerçekleştirdiği İtalya seyahati ile başladı. İnanmış ve Katolik ilkelerle yetişmiş iyi bir hıristiyan olan Luther; bu seyahati sırasında Roma Kilisesi’nde gördüklerine çok şaşırdı ve din adamlarının hayatlarıyla, inandığı değerler arasında uçurumlar olduğu kanaatine vardı. Üst seviyedeki din adamlarının aşırı lüks ve debdebe içinde yüzmeleri; halktan çeşitli bahanelerle cennet karşılığı para talep etmeleri; din adamlarının, Hz. İsa’nın “Dağ Vaazı”nda ortaya koyduğu hayat hedeflerine taban tabana zıt bir hayat içinde olmaları; Luther’e çok büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Şüphesiz Reformcuların tüm din adamlarına yönelen bu eleştirilerini hak etmeyen, keşişler, papazlar ve din görevlileri bulunsa da; Papa ve kilise ileri gelenlerinin elleri, içinden çıkmamacasına, halkın cebine uzanmaktaydı. Nitekim Kilise; önceden yapılmış günahların bedeli olan cezanın bazı bağış ve kefaretlerle, ertelenebileceğini söylemekteydi. Hatta Papa IV. Sixtus, 1476 yılında araftaki ruhlar için de endüljans satın alınabileceğini açıklamıştı. Nitekim Rahip Johann Tetzel;

“Paranız Kilise’nin kutusunda tınladığı an, ölmüş sevdiklerinizin ruhları azap yerinden kurtularak cennete doğru uçmaya başlar:’ diyerek198 Almanya’daki endüljans satışını ateşli vaazlarıyla yürütmekteydi. Ne yazık ki halk, matbaada basılmış endüljans kağıtlarından satın almak için kilometrelerce uzaklardan geliyordu.

Martin Luther 1517 yılına gelindiğinde kilisenin kurum olarak yozlaşmasına karşı içinde biriken isyanı ve gördüğü çelişkileri, Wittenberg Kilisesi Başpiskoposu Albrecht’e 95 maddede topladığı bir mektupla iletti. Latince kaleme alınan ve kilise kapısına da çakıldığı iddia edilen mektup, manifesto niteliğindeydi. Cesur bir biçimde Katolik Kilisesi’ne itiraz ve isyanları özetlemekteydi:

(…) Papa’nın bağışlamasıyla bir insanın bütün cezalardan kurtulduğunu ve seldmete erdiğini söyleyen endüljans vaizleri yanılgı içindedir.

Zira Papa, Kanuna göre bu hayatta ödenmesi gereken hiçbir cezayı araftaki ruhlar için bağışlayamaz.

Hıristiyanlara; fakirlere hibe veya muhtaçlara yardım etmekle, bağışlanma belgesi satın almaktan daha hayırlı bir şey yaptığı öğretilmelidir.

Hıristiyanlara; muhtaç birisini görmezlikten gelerek parasını bağışlanma belgesi satın almak için harcayanların, Papa’nın endüljansını değil, Tanrı’nın gazabını satın almış oldukları öğretilmelidir.

Yahut: Şimdiki zenginliği en zengin para babalarından daha çok olan Papa niçin, sadece Aziz Petros Kilisesi’ni fakir inananların parası yerine kendi parasıyla inşa ettirmiyor?

Çok geçmeden bu bildiri Almancaya çevrildi ve matbaada çoğaltılarak dağıtıldı. Bu gelişmeler üzerine Luther, Roma’ya çağrıldıysa da siyasi karışıklıklardan istifade ederek bu emre uymadı. Hatta 1519 yılında Leipzig’de, Papanın temsilcisi Johann Eck ile akademik nitelikte bir tartışmada reformist görüşlerini çekinmeden sürdürdü. Luther’in görüş ve düşünceleri matbaa yoluyla yayıldıkça yayılıyor, Katolik Kilisesi’nden sadece ruhen değil her bakımdan kopuş ve uzaklaşma tehlikeli bir boyuta taşınıyordu.

Nihayet Martin Luther; soyluların, Kilisenin ve Mukaddes Roma İmparatorluğundaki şehirlerin temsilcilerinden oluşan Worms Diyeti’nin karşısına çıkarıldı. İmparator Şarlken’in de aralarında bulunduğu topluluğun önünde aforoz ve ceza tehditlerine karşı dimdik bir tavır sergiledi. Fikir ve düşüncelerinden vazgeçmeyeceğini açık bir dille ortaya koydu:

“Kitab-ı Mukaddes ve akıl, bana yanlış yaptığımı söylemedikçe hiçbir fikrimden vazgeçmem, vazgeçemem. Çünkü insanın vicdanının emrettiği şeyi yapmaması ne doğrudur ne de güvenli. Sözlerimin arkasındayım ve geri adım atamam:

ALMANYA’DA REFORMUN YAYILMASI

Bu eleştirilere Katolik Kilisesi kayıtsız kalamadı. Martin Luther’in sözlerini geri alması emredildi. Ve nihayet 3 Ocak 1521 tarihinde aforoz edildi. Luther daha sonra yaşadığı 25 yıl boyunca ardı ardına kitaplar yayınladı. Kolay, anlaşılır ve Almanca olarak kaleme alınan bu kitaplar yoluyla ve Kitab-ı Mukaddes’i tercüme ederek görüşlerini yaydı.

Luther’i; Alman prensleri, dini görüşleri yanında, toprakla ilgili görüşlerinden dolayı da desteklemekteydi ve kendisini kaçırarak sakladılar. Görüş ve düşünceleri, Alman köylüleri arasında giderek yayıldı. Ruhban sınıfına konulan evlenme yasağının insan dürtüsünü denetim altına alma yönünde nafile bir çaba olduğunu; evlenmenin ruhi avantajlar sağladığını ve bu yüzden hemen hemen herkes için en ideal durum olduğunu söylüyordu. Ayrıca, saban süren bir çiftçinin ya da ortalığı süpüren bir hizmetçinin, Tanrı’ya dua edip, nefsine eziyet eden keşişten daha büyük bir ibadette bulunduğunu ifade ediyordu. Latince ve Yunanca profesörü Philipp Melanchthon, Luther’in görüş ve düşüncelerine büyük destek vermekteydi.

1529 yılında Şartken; Luther hareketini, güç kullanarak durdurmaya çalıştı. Ancak bazı Alman prensleri bunu «protesto» etti; böylece hareketin adı «Protestan» oldu. Şarlken koyu bir Katolik olduğu halde, Katoliklerle Protestanlar arasında meydana gelen ve giderek şiddetlenen mücadelelerde mutedil bir yol izledi. Tabii bunda Osmanlı’nın batı için amansız tehdit olarak Orta Avrupa’ya yerleşmesinin de rolü büyüktü. Nitekim Luther’in ölümünden (1546) sonra devam etmekte olan Katolik-Protestan savaşı bir müddet sonra Augsburg Barışı imzalanarak sona erdi. (1555) Buna göre Lutherci prenslere, şövalyelere ve şehirlere; güvenlikleri garanti ediliyordu. Her bölgede Lutheryan ya da Katolik olma hakkı verildi. Böylece Almanyada din savaşları sona erdi. 1555 Augsburg Barışı’ndan sonra Şarlken; «tek bir kilisesi olan birleşik bir imparatorluk yaratma» umudunun sona erdiğini anlayarak tahtını bıraktı. Oğlu Felipe’ye İspanya ve Hollandayı, kardeşi Fernando’ya da Mukaddes Roma-Germen imparatorluk tacını devrederek bir manastıra çekildi ve keşiş oldu .

JEAN CALVİN ve FRANSA’DA REFORM

Luther’in Almanya’da başlattığı Protestanlık hareketinin bir benzeri, Fransa’da Jean Calvin tarafından ortaya kondu ve son derece etkili bir biçimde gelişti. Calvin (1509-1564) Fransa’da doğmuş ve hukuk öğrenimi görmüştü. 1553 yıllarında Protestan oldu ve Cenevre’ye kaçarak «Hıristiyan Dini’nin Bağlayıcı İlkeleri» adlı eserini yayınladı. Reformcu olmakla beraber, oldukça bağnaz fikirler de taşıyordu. Kilise yönetiminde ruhban olmayan kişilerin de yer almasını istemesine rağmen, daha sonra, yönetimini ele geçirdiği Cenevreden, kendisi gibi düşünmeyenleri kovmuş; 1553 yılında teslis anlayışını reddettiği için Michael Servetus isimli bir bilgini yaktırarak öldürtmüştür.

Calvin’e göre; «Kilise, en üstün olandır.»

“Kilise’ye devlet tarafından hiçbir kısıtlama getirilmemelidir:’ diyerek kilisenin teşkilatlanmasına Lutherden daha çok önem vermiştir. Calvin; sadece vaftiz, ekmek ve şarap ayinlerini kabul etmiş ve vaftizi; «kişinin Mesih’in yeni topluluğuna kabulü» olarak görmüştür.

Calvin; gücünün çoğunu, Protestanlık içindeki farklılıkları gidermeye harcadı. Hıristiyan teolojisinin çok önemli tartışma alanlarından biri olan kaza ve kader konusunda katı görüşleri savunmaktaydı:

“Tanrı’nın takdiriyle sadece gökleri, dünyayı ve diğer yaratıkları kastetmiyoruz; aynı zamanda insanın amaçları ve iradesi de doğrudan onun belirlediği sona doğru gidecek şekilde yönlendirilmelidir:’

Calvin, «Hıristiyan Dini’nin Bağlayıcı ilkeleri» adlı eserinde özetle şu doktrini savunmaktaydı:

“… Tanrı’nın sonsuz gücü ve hükümranlığı vardır. İnsanlar tamamıyla günahkardır ve doğru yoldan çıkmıştır. Onları sadece İsa Mesih’in affedici gücü kurtarabilir. Kurtarıcı inayet ve Mesih’le bütünleşme imkan ve ihtimali, Tanrı’nın karşılıksız armağanlarıdır:’

İSVİÇRE ve GÜNEY ALMANYA’ DA REFORM: ULRICH ZWİNGLİ

Zürih’te şehrin ana kilisesinin rahibi olan Ulrich Zwingli, inancın ve Kitab-ı Mukaddes’in önceliği konusunda Luther ile aynı fikirdeydi; endüljansları eleştiriyor, azizlerin yüceltilmesine karşı çıkıyor, dini tasvirleri ve Meryem’e tapınmayı eleştiren vaazlar veriyordu. Zwingli; Luther’in teklif ettiğinden daha da basit bir ibadet teklif ediyor, kilise süslemelerinin ve (ilahiler hariç) müziğin olmadığı bir töreni savunuyordu. Luther’le bazı konularda ayrılsa da onun sayesinde Reform Hareketleri İsviçre ve Güney Almanya’da yayıldı.

İNGİLTERE’DE REFORM:ANGLİKAN KİLİSESİ

İngiltere’de inanç konusundaki ihtilaflar değil, Papa ile İngiltere Kralı arasındaki anlaşmazlık Reformun önünü açmıştır. Daha önce koyu bir Katolik olan VIII. Henry, siyasi sebeplerden dolayı evlendiği, ağabeyinin dul karısı Katherin’den boşanmak istemiş, ancak Papalık onun bu isteğini reddetmiştir. Bunun üzerine VIII. Henry, 1531’de, kendisini İngiltere Kilisesi’nin mutlak hakimi ilan ederek Papalığa ödenen yıllık vergileri kaldırmıştır.

1549 yılında İngiliz Kilisesi’nin inanç esasları Protestan-Reformcu görüşlerden oluşturulmuş, ancak Katolik Kilisesi de açıkça reddedilmeyerek orta bir yol izlenmiştir. Böylece ibadetlerde Katolik Kilisesi’ne, inanç konularında ise Protestan Kiliselerine benzeyen «Anglikan Kilisesi» olarak adlandırılan yeni bir hıristiyan mezhebi ortaya çıkmıştır. Buna rağmen İngiltere’de Katoliklik tamamen etkisiz hale getirilememişti. Bağnaz ve hoşgörüden uzak bir Katolik, fakat dindar bir kadın olan Kraliçe Mary (1553- 1558) Kardinal Pole’nin yardımıyla İngiltere’de Katolikliği yeniden canlandırmaya ve Papanın etkisini artırmaya çalıştı. Protestanlara karşı sert uygulamalara girişti. Aralarında büyük İngiliz Reformcusu Cranmer, Latimer ve Ridley gibi Protestanlığın tanınmış önderlerinin de içinde bulunduğu yaklaşık 200 piskopos ve araştırmacı, kadın-erkek denmeden kazıklarda yakılarak öldürüldü.

Ancak tüm bu baskılar Protestanlığın gelişimini önleyemedi. Nitekim Mary’nin ardından kraliçe olan ve 45 yıl boyunca İngiliz tahtını yöneten Elizabeth döneminde (1558-1603) Protestanlık yeniden canlanmakla kalmadı, krallığın korumasında kalıcı hale geldi.

REFORMUN; DİNİ SİYASİ, SOSYAL ve KÜLTÜREL ETKİLERİ

Hıristiyan dünyası 16. yüzyıla gelindiğinde yeni bir parçalanma ile karşı karşıya geldi. Reform Hareketleri’nin etkisiyle Katolik Kilisesi çatırdadı ve bünyesinden yeni Protestan mezhepleri ortaya çıktı. Batı Avrupa’da mezhep birliği bozuldu. Protestanlık düşüncesi; Almanya, İngiltere, Fransa, Hollanda, İsviçre, Belçika ve Kuzey Amerika’da farklı ton ve tarzlarda yayıldı.

Fert merkezli dindarlığın öne çıkmasıyla, «Dini hayatın, hayattan kopmadan da yürütülebileceği» düşüncesi; Katolikliğin çile, uzlet ve mahrumiyet düşüncesine galip geldi. Protestanlığın yayıldığı ülkeler, zenginleşti. Cemaati temsil eden Katolik anlayışına karşı, güçlü fert öne çıktı. Düşüncenin önü açıldı. Ayine dayalı Katolik din anlayışı yerine; ameli yönü azaltılmış, inanç yönü ağır basan, din adamlarının baskın olmadığı, İncil tercümeleriyle herkesin ulaşabileceği Protestanlık anlayışı yaygınlık kazandı.

Katolik Kilisesi de ciddi bir öz eleştiri yaparak kendini revize etti. Kaybettiği dindaşlarının açığını kapamak üzere coğrafi keşiflerle ele geçirilen yeni topraklarda faaliyetlerine hız verdi. Güney Amerika, Afrika ve Asya’daki sömürge bölgelerinde yeni kiliseler inşa edildi. Misyonerler yoluyla yeni bir dini heyecanın fitili ateşlendi. Öte yandan Katolikler; Engizisyon mahkemelerini kurarak, ayrılanları, farklı inanç ve düşünce sahiplerini cezalandırma Yoluna gittiler. Bu mahkemelerde zavallı ve savunmasız İspanya müslümanları, yahudiler ve Protestanlar sert bir biçimde cezalandırıldılar. Bu cezalar arasında başta ölüm olmak üzere, sürgün ve kürek mahkumiyeti başı çekmekteydi.

Protestanlık hareketleri, Katolik din adamlarının otoritesini bir daha yerine gelemeyecek bir biçimde sarstı. Avrupa’daki bu gelişmeler, meşruiyetlerini Papadan almak zorunda kalan kralları rahatlattı. Papa ve din adamlarının; hıristiyan devletler üzerindeki ağırlığı azalırken, prens ve hükümdarların ağırlıkları her geçen gün biraz daha arttı. Bu durum; Avrupa’daki devletlerin milli temellere yönelmesine, dini temellerden de uzaklaşmasına yol açtı. Öte yandan, laikliğin de yanlış temeller üzerinde yayılmasının önü açılmış oldu. Dini haklar ve iktidarların yetki alanları; karşılıklı anlaşma ve hoşgörü temelleri esas alınarak düzenlenebilecekken, çatışma, birbirini yok etme ve geriletme zemininde, yanlış bir eksene oturdu.

Başta Almanya olmak üzere Protestanlığın yayıldığı topraklarda, kilise malları yağmalandı. Katolik Kilisesi’nin denetim altında tuttuğu geniş araziler, son derece verimsiz bir biçimde kullanılmakta, yoksul kitlelerin istifade edemeyeceği atıl bir vaziyette bulunmaktaydı.

Reformun etkilediği bir diğer önemli başlık da eğitimdi. Öteden beri Kilise bünyesinde yürümekte olan eğitim ve öğretim faaliyetleri; Reform Hareketleri’nin ardından, din kurumlarının dışına da taştı. Okullaşma süreci hız kazandı. Böylece eğitim, din dışı bilgi ve birikimlerin etkisine açık hale geldi. Zaman içerisinde din-bilim çatışmasının da yolu açılmış oldu.

REFORM HAREKETLERİ ve OSMANLI’YA TABİ HIRİSTİYANLAR

Reform Hareketleri’nden Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ortodoks hıristiyanları etkilenmedi. Gerçekten de İslam medeniyeti; ilk yayılış yıllarından itibaren karşılaştığı hıristiyan topluluklarına karşı son derece müsamahakar davranmış; dini inançlarını yaşama, düşüncelerini açıklama gibi en temel insan haklarına müdahale etmediği gibi, kendi inançlarına göre eğitim kurumları açmalarına da izin vermiştir. Hatta hıristiyan kiliselerinin medeni hukuk alanında verdiği kararları da geçerli kabul etmiştir. Bu vicdan hürriyeti anlayışı; kurulan İslam devletlerinde, Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlılarda da hiç bir değişikliğe uğramadan devam etmişti. Oysa İspanyada müslümanlara reva görülen zulümler, öldürme, sürgün ve tecritler, zorla din değiştirtmeler; sadece Katolik olmadığı için insanlara çektirilen eziyet ve işkenceler, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir boyuttaydı. Kısacası Avrupayı sarsan «Reform Hareketleri», Osmanlı Devleti bünyesinde kendi cemaatleri çerçevesinde huzur ve güven ortamında yaşayan Ortodokslar için bir anlam ifade etmemekteydi.

REFORM’UN TÜRK AYDINLARINA ETKİSİ

Öte yandan, Reform Hareketleri; Osmanlı yönetimini, sadece batıdaki ilerleyişine etkisiyle ilgilendirmiş, bu açıdan Luther’in başlattığı hareket, olumlu bulunarak desteklenmiştir.

Ancak 19. yüzyıldan itibaren batıda eğitim görmeye başlayan Türk aydınları, Avrupa’nın tesiriyle din-siyaset ve akıl ekseninde İslamda reform olup olamayacağını yoğun bir biçimde tartışmıştır. Fakat zaman içinde; son derece muhkem bir yapı arz eden İslamiyet ve Pavlus’un yorumlarıyla son şeklini almış, teslise dayalı Hıristiyanlık arasında; ne kadar zorlanılsa da benzerlikler kurulamayacağı anlaşılmıştır.

İslamiyet’te günahları bağışlama konumuna çıkarılmış din adamı olmadığı gibi, akide ve amelleri birbirinden tamamen farklı mezhepler de ortaya çıkmamıştır. Çıksa da geniş bir tabana asla yayılamamıştır. İslam mezhepleri, aynı kaynaktan beslenen iman okulları olarak ortaya çıkmış, farklı fıkhi yaklaşımları ise dini hayatın zenginliğini oluşturmuştur. Hiçbir zaman kitleler boyutunda büyük çatışmalar meydana gelmemiştir. Oysa Avrupa’da onlarca yıl süren kanlı mezhep savaşları, insanlığın hafızasında tazeliğini korumaktadır.

1572 yılında sadece Fransa’da Aziz Bartolomeus yortusunda on binlerce Protestan, evlerinde uyuyanlar da dahil, çoluk çocuk ayırt edilmeksizin hunharca öldürülmüştür. Üstelik Paris’te başlayıp Fransa’nın geneline yayılan bu olaylar, iki gün sürmüş ve katliamın ardından; kalanlar, zorla Katolikliğe döndürülmüş ya da sürülmüştür. İslam coğrafyasında; bırakınız mezhepler arası çatışmayı, farklı din müntesipleri arasında bile bu hunharlıkta bir çatışma yaşanmamıştır.

Yirminci asırda ve günümüzde Luther’e özenen bazı sözde İslam alimleri dinde reform adı altında bazı girişimlerde bulunmuş olsalar bile, bu durum; toplumda karşılık bulmamış ve destekten mahrum cılız girişimler olarak kalmıştır. Mesela; camilere sıra yerleştirilmesi, Türkçe ezan ve Türkçe namaz gibi teklifler kadük kalmış ve yokluğa mahkum olmuştur.

İslam’da ihya ve tecdit arayışları ise daha etkili olmuştur. Bu çerçevede tefsir ve meal çalışmalarına ağırlık verilmesi, hadislerin dikkatlice yeniden tasnifi ve temel kaynakların ışığında asrın meselelerine cevap arayışları makul bir zeminde devam etmektedir. Gerek ahlaki ve dini niteliği öne çıkan irfan okulları, gerek dünya çapında ses getiren İslami akımlar, bu çerçevede değerlendirilebilir.

OSMANLILAR ve REFORM HAREKETLERİ

Osmanlı Devleti, Reform Hareketleri’ni çıkışından itibaren dikkatlice takip etmiş ve bu topluluklarla temas yolları aramıştır. Luther akımını, Orta Avrupa hakimiyeti konusunda mücadele içinde olduğu Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’na karşı desteklemiş; ayrıca dini taleplerini de yerinde bularak, Katoliklere karşı bu topluluğu, kendi inanç atmosferine daha yakın hissetmiştir. Enteresandır ki, o günkü şartlarda Osmanlı alimleri; Luther yanlılarının görüş, düşünce ve· sapmalarını kısa zamanda yerinde tespit etmiş, bu konularda onları tevhide uygun bir ıslahata davet etmiştir. Protestan beylere gönderilen aşağıdaki mektupta; Papa ve ekibine karşı duruşlarında haklı oldukları, ancak kendilerinden teslis inancını düzeltme konusunda da mesafe almalarının arzu edildiği, açık bir dille ortaya konmuştur. Mektupta, Protestan beylere istendiğinde askeri destek de verileceği va’dedilmiştir:

.. Flandre ve ispanya memleketlerinde Lutheran mezhebi üzere olan beyler ve beyzadeler ve sair Lutheran mezhebi ayanı… mektup vasıl olıcak malum ola ki ruy-i zeminde olan selatin-i ızam mabeyninde hanedan-ı saltanat-unvanımız…

cümleden kuvvetli, kudretli, azametli olup nice taç ve taht sahiplerinin memleket ve vilayetleri ve Akdeniz ve Karadeniz ve hesabı yok nice vilayetlerin padişahlığı bize nasib olmuştur. Biz Cenab-ı Hakk’ın birliğine ve Muhammed Mustafa Efendimiz’in hak peygamberliğine amme-i ehl-i lslam’la itikat ve itimadımız olup siz dahi puta tapmayıp, kiliselerden putları ve suret ve nakılsları reddedip Hak Teala birdir ve Hz. İsa, peygamber ve kuludur; deyu itikat edip… Papa denilen bi-din, Halık’ını bir bilmeyip ve Hz. lsa (a.s.)a tanrılık isnad edip halkın nice kullarını ol tarik-i dalalete sevk edip nice kanlar dökülmesine sebep olmağlasiz, Papalığa kılıç çekip merhamet-i şahanemiz sizin tarafınıza masruf olup, kara ve deryadan her hal ile size muavenet-i hüsrevanemiz zuhura gelmek ve ol zalim-i bi-din elinden sizi halas ve hak dine sevk etmek lazım gelmiştir;

İmdi size olan dostluk ve muhabbetimizin ilamı haylıdan beri maksud-ı hümayunumuz olmuştur; hala yüce asitanemiz kullarından Muharrem nam kulumuz ol tarafın dilini ve ahvalini bilir ve itimad olunur kulumuz olmağın irsal olundu. Vusul buldukta gerektir ki cümle beyler ve Lutheran beyzadeleri ve ayanlarısız dostluğumuzu mukarrer bilip ve hüsn-i ittifakla mezkur kulumuz ile mükaleme ve müşavere edip ağızdan dediği ve kağıt ile bildirdiği cemi-i kelimatını mübarek ağzımdan sadır olmuş gibi mukarrer bilip dahi her ne yılda ve zamanda ittifakla Papa bi-dinine asker çekmek ve cenk etmek murad ediniyorsanız ona göre itimad olunur adamlarınızı yüce asitanemize gönderip mezbur kulumuz ile maan ahvalinizi bildiresiniz. Merkum kulumuz Muharrem’in sağ memesi altında ve sol ayağının inciğinde yarası vardır; ana göre mukayyed olup name i hümayunumuzun aharın eline düşüp hile ve hud’a ile mabeynde olan dostluğu bilip zarar ve gezend eriştirmek ihtimali olmıya vesselam .

Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Yorum bırakın