YALANCI PEYGAMBERLERİN ORTAYA ÇIKIŞLARI VE BUNLARIN HAYAT VE FAALİYETLERİ-3

SECAH

islam tarihinde görülen ilk yalancı peygamberlerden üçüncüsü olan Secah, ne Esved gibi önemli toprakları eline geçirmeğe muvaffak olmuş bir komutan, ne de Müseylime gibi Kureyş hâkimiyetini tanımamak davası uğrunda hayatını fedaya razı gelmiş bir idealisttir. Fakat gene de tarihe malolmuş, ilgi çeken bir şahsiyettir; çünkü Secah Arabistan gibi bir bölgede, hâkimiyet yolunda ortaya atılmış bir kadındır ve onun hayatı Yemâme’nin başkanı yalancı Müseylime’nin hayatı ile pek sıkı bir şekilde ilgilidir.

Aslen Mezopotamyalı olan Secah, sadece peygamberlik iddiasında bulunmakla kalmamış, mensup olduğu büyük kabilenin önemli erkeklerini, davasına iştirak ettirerek önce Ribab’lara ve Medine üzerine sefer açmak istemiş. Ribab’lar onu yenilgiye uğratınca Yemtime üzerine yürümüştür. Arabistan gibi bir bölgede, bir kadının bu derece kuvvet ve nüfuz elde etmesi, hattâ peygamber olduğunu iddia ederek bir takım insanları, samimi bir inançla olmasa bile arkasından sürüklemesi hayretle karşılanacak bir olay gibi görünmekte ise de, tarih bize bunun daha önceki devirlerde mevcut örneklerini vermektedir: Kuzey Arabistan’da Zebibilerin ve Şemsnerin melikelerinin bulunduğunu Horabad paralarından öğrendiğimiz gibi, Tedmür’deki Arap melikesi Zenobiya da konumuz için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Hatta bu sonuncusunun Roma imparatoru Aurelianus ile savaşacak derecede cesaret sahibi olduğu da anlatılmaktadır.

Secâh da diğer yalancı peygamberler gibi, peygamberlik iddiasına başlamadan önce bir kâhindi. Mes’adi (Müruc üz – Zeheb, IV., S. 199) onun Satih, İbni Selma, el – Me’mun el – Harisi ve ‘Amr gibi bir kâhin olduğunu kabul ediyor.

Beni Temim gibi çok geniş bir kabileye mensup bulunan Secah’ın son derece güzel ve secili sözler söylemesi ve kâhine olması kabilesi içinde ona üstün bir durum teminine yardım etmiştir. Hazret -i Muhammed’in ölümü haberi büyük Temim kabilesi içinde bazı rakabetlerin ve Ridde’nin doğmasına sebep olunca. Secâh bundan istifade etmek maksadiyle Hazret Muhammed’i taklid ederek, kendi peygamerliğini iddiaya başladı. Çok eski devirlerden beri Temim kabilesi birçok kollara ayrılmış bir halde Yemâme ile Fırat – Dicle arasındaki meralara yayılmıştı. Bu kabilenin bazı kolları Hristiyanlığı kabul etmiş olduğu halde, büyük kısmı putperest kalmayı tercih etmişlerdi.

Hudeybiye barış andlaşması ile, kurulmakta olan yeni İslam devletinin Kureyşliler tarafından tanınması üzerine, Arap kabileleri Hazret -i Muhammed’ e temsilci heyetleri göndermeğe başlamışlardı. Hudeybiye’den beri fiili olarak tanınan bu İslam siyasi varlığı, Mekke’nin fethedilmesi üzerine tam bir devlet halinde kendisini gösterince, Arabistan’ ın bütün kabilleri heyetler göndererek, Medine hükümetine bağlılıklarını bildirdiler. İşte bunun için bu yıla “Senet ül- Vüfud” denilmektedir ki, bu Hicretin 9. yılıdır (bk. Sahih-i Buhari, Tür. ter., X., S. 400). Gene bu yılda yukarıda bahis konusu olan Beni Temim’in temsilcileri, Hazret-i Muhamme d’e gelip islâmiyet’i kabul ederek, kendi memleketlerine dönmüşlerdi. Buhari Beni Temim’den Medineye gelenlerin 70 – 80 kişi olduklarını kaydettikten sonra, İbni İshak’a dayanarak, içlerinde eşraftan şunlar vardı diyor: Ka’ka’a bin Ma’bed, Utârid bin Hacib, İkra’ bin Hâbis, Zibrikan bin Bedr, Amr bin el -Ehtem (el – Ehsem diye yazılmıştır). Hammad bin Yezid, Nuaym bin Yezid, Kays bin ksım, İlyeyne bin Hısn. Bunlar bir öğle sıcağında Medine’ye gelmişler ve hüşunetle: “Ya Muhammed bize çıksana!” diye bağırmışlardır. Bunun üzerine Kur’anın (XLIX., 4 – 5) “Keşke sen onlara çıkıncaya kadar sabretselerdi; sana hücrelerin gerisinde bağıranlar şüphesiz akılları ermeyen kimselerdi!” âyetinin geldiği, sonra bunların islâmiyet’i kabul ettikleri, Peygamber’in onları affettiği ve bazı hediyelerle taltif ettiği gene Buhari tarafından ayni sahifede bildirilmektedir.

Hazret-i Muhammed, beni Temim’in ileri gelenlerinden biraz önce adlarını yazdığımız bazılarını vergi amili ve vali olarak kendi kabileleri üzerine tâyin etmişti. Fakat 11. yılda birçok kabile şefleri Peygamber’in ölümünü, onun eserlerinin de sonu zannettiler ve vegileri topladıkları halde, teslim etmediler; yeniden halka dağıttılar. Bu arada İslam’a sadık kalanlar da oldu. Bu iki zihniyet arasında ciddi rekabetlerin bulunması ve Secah’ın tam bu sırada ortaya çıkması, bu rekabetlerin yer yer savaş haline inkilap etmesine sebep oldu.

Bu durumu parlak bir ışık altında takip edebilmek için Temim kabilesinin kollarını ve bunların şeflerini tanımak gerekir. Seyf’e göre Temimler dört esas kola ayrılır: 1) Sa’d bin Zeyd Menat’lar, bunlar Avf, Ebnâ, Mukais ve Butân kollarına ayrılırlar; 2) Amr bin Temim., bunlar da Behda ve Haddâm olmak üzere ikiye ayrılırlar; 3) Hanzala, bunlar Yerbu’ ve Malikler diye ikiye ayrılır; 4) Ribâb, bunlar Abdu Menât ve Dabbe olmak üzere ikiye ayrılırlar. Amr ve Ribâb kabileleri İslam’a sadık kaldılar. Mukais’lerle Butân’un valisi olan Kays bin Asım bir müddet tereddüt içinde bekledi. Ribâb, Avf ve Ebnaların valisi olan Zibrikan zekatı Ebu Bekir’e teslim ederse, Kays bin Asım onun aksini yapacaktı; çünkü araları açıktı. Biri diğerinin yaptığını yapmak istemiyordu. Zibrikan vadini yerine getirdi; zekat develerini Ebu Bekir’e teslim etti. Kays tereddüt geçirdiğinden pişman oldu. El – Ala bin ül – Hadrami tarafından kuşatılınca zekat develeri ile birlikte onu karşıladı ve tereddüdünün sebeplerini açıkladı. Bu sırada Yerbu’ların başkanı Malik bin Nüveyre ve Maliklerin başkanı Vaki, kabileleri ile birlikte dinden dönmüşlerdi. İşte Beni Temim içinde kabilelerin bir kısmı dinden dönüp, bir kısmı tereddüt içinde fırsat bekler, rekabet ve düşmanlık hisleri içinde birbirleriyle meşgul olurlarken, Hâris’in kızı Secâh ansızın Mezopotamya’dan çıka geldi.

A. Secah’ın soyu:

Belazürrde, Secâh’ın soyu iki şekilde gösterilmiştir: 1) Ümmü Sadır Secah bint-i Evs bin Hikk bin Usâme bin ül – Guneyz bin Yerbu’ bin Hanzale bin Mâlik bin Zeyd Menât bin Temim; 2) Secah bint ül-Haris bin Ukfan bin Süveyd bin Hâlid bin Usâme.

El – Vat vat’da: Secal bint-i Süveyd bin Halef bin Usâme bin ül – Anber bin Yerbu’dur.

İbni Kuteybe, Seeah’ın sadece Beni Yerbu’dan olduğunu kaydedip geçmiştir.

Mes’udi, Belazürinin verdiği ikinci şecereyi hemen hemen tekrar etmiş, ancak Üsame yerine bin Yerbu demiştir.

İbni Haldûn, Taglib’in batınlarından Beni Ukfan soyundan Süveyd bin ül – Hâris’in kızı olduğunu söylemiştir.

Taberiye gelince, onun Haris bin Süveyd bin Ukfa’n ın kızı olduğunu söyler.

Böylece Belazüri, Mes’udi ve Taberinin pek az farklı bir şekilde kaydettikleri, Beni Yerbu’dan olan Secâh’ ın soyunu kısaca: Secâh hint ül – Haris bin Süveyd bin Ukfan olarak tespit etmemiz gerekir.

B. Secâh’ın Peygamberlik iddiasında bulunması ve taraftarları:

Annesi tarafından Taglib kabilesine mensup bulunan Secâh, gene Taglib’lerin bölgesinde peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Nemir kabilesinden Ukbe bin Hilal, Şeybanların başında bulunan Selil bin Kays ile Ziyad bin Bilal’i ve bu arada Huzeyl bin Umran’ı kendi tarafına kazanmağa muvaffak olmuştu. Bunlar arasında Huzeyl Hristiyan olduğu halde kendi dinini bırakıp Secâh’ın dinine girmiştir. Esasen Secâh da Taglibler arasında Hristiyan olarak yetişmişti ve bu dinin inceliklerine vakıftı. Secah her biri kendi şef ve komutanı tarafından idare edilen kabilelerin başında olarak Mezopotamya’dan hareket edip Arabistan’a girmiş ve Ebu Bekr’e karşı sav şmak için hazırlık yapmak üzere Hazn denilen yerde konaklamıştı.

Secâh’ ın peygamberliğini iddiaya başlaması Hazreti Muhammed’in ölümünden sonradır. Bütün kaynaklar hattâ tetkikler, en küçük bir şüpheye yer vermeden bunu kabul ettikleri halde, Caetani sadece kendi mülahazalarını (VIII, S. 340) esas tutarak onun Hazret-i Muhammed’in ölümünden sonra değil daha önce peygamberliğini ilan etmiş olduğunu kabul ediyor. Hattâ daha da ileri giderek, Esed ve Hanife kabileleriyle rekabet olsun diye gayrimüslim Temim’lerin onu kendilerinin peygamberi ilan ettiklerini ilave ediyor. Halbum Taberi (III., S. 237), İbni Haldan ( İber, II., S. 72), Ebu’l-Fereç (Agani, XVIII., S. 165), El – Vatvat (Gurer, 131), Ebu’l-Fida (I., 165) Z eheb (Tarih ül – İslam, I., S. 356), Muir (Annal, S. 30 – 31), Vacca (Encdel’ İsl. IV., 46) gibi müellifler Secah’ın Peygamberden sonra ortaya çıktığını açıkça belirtmektedirler. Caetani bu iddiasını ispat için zaman meselesini öne sürmekte ve Hâlid’in Butah üzerine yani Malik bin Nüveyre üzerine hareketi anına kadar geçen zamanın, Secah’ın Mezopotamya’dan Yemâme’ye gelip tekrar geri dönmesi için kâfi gelemiyeceğini yazmaktadır. Halbuki Peygamberin ölümünden Buzaha ve Butah hareketlerinin olduğu tarihe kadar üç buçuk, dört ay kadar bir zaman geçmiştir. Bu zaman ise Secah’ ın esasen çok kısa olan savaş ve anlaşmaları için pekala kâfidir. Nitekim Yemen hâdiseleri sırasında Esved’in üç ay gibi kısa bir süre içinde peygamberliğini ilan ederek bütün Yemen’i, Necran’ ı Tâif sınırına kadar güney Arabistan’ı eline geçirdiğini ve gene bu üç ay içinde bir suikast tertiplenerek öldürülmüş olduğunu göz önüne getirirsek, Esved gibi büyük askeri başarılar kazanamamış olan Secah’ ın kısa süren Yemâme harekatının üç aydan çok daha az bir zamanda bile yapılmasının mümkün olduğunu kabul etmemek için makul bir sebep yoktur.

Secah, Hazn’den Yerbu’ların başkanı olan Mâlik bin Nüveyreye haber gönderip bir anlaşma yapmağı teklif etti. Malik bin Nüveyre onun bu teklifini kabul etti. Fakat Ebu Bekir üzerine yürümekten vazgeçmesini de tavsiye etti. Zira o sırada Beni Temim’in bir kısmı Secah’a karşı cephe almış bulunuyordu. Malik bin Nüveyre Secah’ ın önce bu kavimler üzerinde hakimiyet kurması gerektiğini ileri sürdü. Secâh bu teklifi kabul etti ve Malik bin Nüveyre’ye: “İstediğin gibi iş gör, ben Beni Yerbu’dan bir kadınım, neticede bir hükümranlık bahse konu olursa, bu da size ait olacaktır”ı ” dedi. Ayrıca Beni Malik bin Hanzala soyuna da haber yollıyarak, onlarla da barış yapmak istedi ise de, bu kabilenin ileri gelenlerinden birçokları, bu arada Utârit bin Hacil kaçıp Beni Anber’lere sığındılar; fakat Maliklerden Vaki’, Secah’ ın elçileriyle anlaşma yapıp, onun tarafına geçti.

C. Secah’ın savaşları:

Böylece Vaki’ ve Malik bin Nüveyre, Secah ile birlikte olup İslamiyet’e sadık kalmış olan Ribablar üzerine hücum ettiler. Çünkü Ribâb’lar kendilerini savunmak için coğrafi bir engele bile sahip değildiler. Mâlik bin Nüveyre, Ribâbların zor durumda kalınca Decâni ve Dehânriye sığnımalarına engel olmak üzere, önceden bu yerleri işgal etti. Fakat Ribâblar bunu haber alıp oraya gittiler. Savaş sonunda Ribâb’lar ile Dabbe’ler Secah kuvvetlerine birçok zararlar verdirerek üstün geldiler. Taraftarlarından birçoklarını esir aldılar. Ka’ka’ ve Vaki’ de bu arada esir düşmüşlerdi. Secâh galiplerle barış yaparak, esirleri kurtardı. Mezopotamyalı askerleri ile birlikte Nebâc denilen yere hareket etti. Orada Evs bin Huzeyme komutasındaki Beni Amr’lar ile savaşa tutuştu. Bu karşılaşma sonunda da zayiat verdi ve bu defa adamlarından Ukka ile Huzeyl düşmanlarının eline esir düştüler. Secâh bu adamlarını kurtarmak için Temimler ile uzlaşmağa mecbur kaldı ve onların topraklarını tamamen terkederek Yemâme üzerine yürümeye karar verdi. Kararını da şu sözlerle kavmine bildirdi: “Yemâme ahalisi çok kuvvetli ve şevketlidirler. Müseylime kuvvetlenmiştir. Siz Yemâme üzerine yürüyünüz. Güvercin yürüyüşü gibi yavaş yavaş ilerleyiniz. Bu kesin bir savaştır; bundan sonra azar işitmiyeceksiniz” (Taberi, Tür. ter. II., 123). El- Vat-vat, Gurer ül – Hasâis’inde (S. 131) bu konuda şöyle demektedir: Secâh bu sırada Müseylime hakkındaki rivâyetleri duyunca, “Haydi Yemâme üzerine yürüyelim ve güvercinler gibi oraya koşalım. Orada Müseylime bin Sümânte’yi bulalım. Eğer peygamber ise işaretleri vardır. Yalancı ise kavmine pişmanlık vardır” dedi ve Yemâme’de oturan Beni Hanife üzerine yürüdü. Wellhausen (Skizzen, VI, S. 14). Taberi (Tür. ter., III., 128)’de mecut olan bir rivâyete dayanarak, Temimlerden Zibrikan’ın da dinden çıkıp daha birçok kimselerle birlikte Secâh’ ın yanı sıra Yemâme’ye hareket ettiğini Kelbrye atfen yazmakta ise de, bu rivâyet Kelbrnin değil, Taberide bulunan daha önceki anonim rivâyetin bir devamıdır. Bu anonim rivâyetlerin ise, son derece müstehcen olmaları itibariyle, râvilere kadar ulaşmalarına imkân yoktur. Wellhausen da bu rivâyetlerin tamamiyle Secâh ve Müseylime’yi küçültmek maksadıyla uydurulmuş olduğunu bütün yazarlar gibi kabul etmektedir. İşte Kelbî bu anonim rivâyetin sonunda, sadece bir cümlesi ile yer almakta, arkasından gelen “Zibrikan, Utarit, Amr… Secâh’ ın yanında olduğu hâlde memleketine döndü” cümlesi ise Kelbrnin bir cümlelik rivâyetinden hemen önceki anonim rivâyeti tamamlamaktadır. Bu itibarla, Wellhausen’ ın dayandığı Taberi’deki anonim rivâyete değer vermek doğru değildir. Zaten bu konuda Seyf’in rivâyetini şüphe ile karşılamak mecburiyetinde kalsak bile, Vesime (Höhnerbach, S. 50), Kitab ür – Ridde’sinde Zibrikan’ ın durumunu açıklamakta ve “ez-Zibrikan bin Bedr, Peygamber onu halk ının sadaka amili yapmıştır; Ridde sırasında bu vergileri Ebu Bekr’e vermiş, o da onun vazifesini devam ettirmişti” demektedir. O halde bu konuda Wellhausen’a değil Seyf’e hak vermek gerekmektedir. Ayrıca Gurer ül – Hasais’-de Utarit ve Amr bin ül – Ehtem vs kimseler Secâh’la birlikte sayıldığı halde Zibrikan’ın adına asla tesadüf edilmemektedir.

Askerleri ile Yemame üzerine yollanan Secah, Ebu’l – Ferec’e göre (XVIII., S. 165) kabilesi mensuplerına şöyle demişti: “Ey sakınan müminler, dünyanın yarısı bizim yarısı Kureyşindir. Fakat Kureyş kabilesi azgın bir kavimdir. Ey Temim kabilesi Yemâme bölgesine gidiniz. Orada bulduğunuz insanları öldürünüz ve yakıcı bir ateşle yakınız ki, orası siyah bir güvercin gibi kalsın. Bu iş (yani peygamberlik) Rebia kavimlerine verilmemiş ancak Mudar kabilelerine verilmiştir. Bu topluluk üzerine yürüyünüz. Onu dağıttıktan sonra Kureyş üzerine dönersiniz”. Müseylime bunları duyunca canı sıkıldı Çünkü etrafında bulunan Müslüman kabilelerin ve bunların başında bulunan kendisine rakip Sümâme bin Vsal ve Şurahbil bin Hasene’nin Hacer’i ellerine geçirmelerinden korkuyordu. Bu yüzden Secahla dost olmak çarelerini aradı ve Ebu’l-Ferec’e göre”‘ Secah’a şöyle bir haber yolladı: “Ulu Tanrı sana ve bana vahiy gönderdi; biz birleşelim ve Tanrı’nın bize gönderdiğini tetkik edelim. Hakkı bilen, diğerine tabi olsun. Böylece toplanıp benim ve senin kavminle Arapları idaremize alırız.” Taberi, İbni Haldan ve el – Vatvat Müseylime’nin adam göndererek Secah’dan aman istediğini, aman verdiği takdirde yanına geleceğini bildirdiğini kaydetmişlerdir. Secah aman verdi. Müseylime onun yanına geldi ve “Yer yüzünün yarısı bize aittir, adâlet ile iş görselerdi kalan yarısı Kureyş’e ait olacaktı. Tanrı Kureyş’in reddettiği bu yarıyı sana bağışladı. Hâlbuki kabul ettiği takdirde bu pay Kureyş’in olacaktı” dedi. Bunun üzerine Secah, Müseylime’ye:

“Bu payı ancak doğruluktan, adâletten sapanlar reddederler…” diye cevap verdi. Müseylime ona: “Tanrı kendisinin sözlerini dinliyenlerin sözlerini işitti. Ümit edenlere, hayır ümidini verdi. Rabbimiz daima kendisini sevdiren işlere dair emirler verir. Bu emirlerin yerine getirldiğini gördüğünde sizi takdis eder. Sizi korkulu hâllerden uzaklaştırır. Kendisinin ceza ve müldifatlandırma günü için sizi kurtarır. Bize azgın toplulukların ibadeti değil, hayırlı ve salih kütlelere mahsus olanların namaz ve dualarını meşru kılar ki, salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler….”

Kabilinden âyet diye iddia ettiği sözleri söyliyerek dostluk teklifinde bulundu ve Yemâme’nin bir yıllık mahsülünün yarısını Secâh’a vermek şartıyla barış yaptı. Seeâh, gelecek yılın mahsülünün yarısını da almak için israr edince, Müseylime buna da razı oldu ve onun gelecek yılın mahsüllerini götürmek için vekil bırakıp kendisinin bu yılın mahsülünden payını alıp memleketine dönmesini teklif etti. Secah bunu kabul etti; Hüzeyl, Ukka ve Ziyad’ ı vekil bırakarak Mezopotamya’ya döndü. Hâlid’in ordusunun bu sıralarda yaklaşması bunların dağılmasına sebep oldu. Secâh ise Cemaât yılı’na kadar Taglibler arasında yaşadı”

Buraya kadar anlatılanlar gösteriyor ki, Müseylime rakib kabile şeflerinin ve Ebu Bekr’in, etrafını gittikçe bir ağ gibi sarmakta olduklarını gördüğünden Secâh’ ı ve ordusunu barış yoluyla Yemâme’den uzaklaştırmak politikasını kendisi için en uygun çare olarak kabul etmişti.

Secâh’a gelince, büyük ümitlerle atıldığı bu maceranın, daha ilk denemelerde iyi sonuçlar vermediğini, bir yandan da Hâlid’in Esed’leri yenmesi üzerine adamları tarafından terkedildiğini görüp Müseylime ile anlaşmayı menfaatine en uygun hareket tarzı saymış, böylece küçük bir menfaatin temini ile yetinerek, görünüşü kurtarmak istemişti. Fakat hüküm ve nüfuzunun birkaç gün içinde mahvolduğuna iyice kanaat getirince çarçabuk ve sessizce geldiği yere dönmeğe mecbur olmuştu. Bu andan, Muaviye zamanında Kufe’ye nakledilinceye kadar geçen zaman içinde Secah’ ın ne yapmış olduğu hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yukarıdan beri anlattıklarımız, Seyf’ in bize verdiği haberlere dayanmaktadır. Taberi’deki anonim rivâyet Secah’ın Beni Hanife yanındaki macerasını başka türlü anlatır. Bu arada Fütuh ül – Bül – dân, Agani, İber, Kitab ül – Maarif, Gurer ül – Hasâis, Ravzat üs – Safa, Tarih-i Ebu’l-Fida gibi kitaplarda da vak’a aşağı yukarı Taberi’deki anonim rivâyete uygun olarak şu yolda anlatılır: Müseylime onunla buluşmak üzere deriden bir otağ kurdurur içinde güzel kokulu bitkiler yaktırır. Kokunun çok olmasına bilhassa dikkat edilmesini emreder. Bu işler bitince Müseylime sözcüsü ile onu otağa davet eder. Secah ona, “Sana ne vahy edildi” diye sorar. O da kadında cinsi duygular uyandıracak müstehcen sözleri, güya kendisine vahy edilmiş, âyetlermiş gibi söyler. Secah bunun üzerine, onun peygamberliğini kabul eder ve kendisine de ayni şeyler vahy edildiğini bildirip Müseylime’nin kendisini kavminden istemesini teklif eder. Sonunda evlenirler. Üç gün sonra da Secah kendi adamlarının yanına döner. Kabilesinden olanlar, mehirsiz evlendiği için onu ayıplarlar ve Müseylime’den mehir istemeğe onu zorlarlar. Secah, tekrar Müseylime’nin yanına gider, Müseylime ona şehir kapılarını açmadan, ne istediğini sorar. Sonra Secah’ ın müezzini Şebes bin Rib’i’yi çağırıp ona: “Allah’ın resülü Müseylime, Muhammed’in kendilerine farzettiği sabah ve yatsı namazlarını üzerinizden kaldırdı; bunu kabilelerinize bildir” der.

İbni Haldan ve Mirhond gibi tarihçiler bu konuda Yemâme mahsülünün bir yıllığının yarısının mehir olarak bu sırada verilmiş olduğunu kabul ederler ( İbni Haldan, II. S. 73, Mirhond, II., 224 /5).

Secah böylece komutanlarına vadettiği büyük menfaatleri temin edememiş olarak geldiği yere dönmeğe koyulunca, ona uyanlardan birçokları pişman olup kendisini terkettiler. Kaynaklar bu münasebetle yazılan şiirlerden bilhassa bir tanesini naklederler ki, o da “Bizim peygamberimiz kadın olup biz onun etrafında tavaf ediyoruz. Başka kimselerin peygamberleri ise erkekdirler” mısralarıdır.

Gene, Hakim bin Kelbi’ye atfedilen bir şiirde “Sizi doğru ve sabit bir dini kabule çağırdılar; siz onu bırakarak, sihir ve efsaneler defterine yazılmış, hüküm ve amelde kalmış sözlere inandınız” denilmektedir.

Pişmanlık çok geçmeden bütün Temimlerde kendisini gösterdi. Mâlik’lerin başkanı bulunan Vaki’ bin Malik zaman kaybetmeden islamiyet’e döndü. Halbuki Yarbu’ların başında bulunan Malik bin Nüveyre biraz geçikmiş olmasının cezasını hayatıyla ödedi.

D. Secâh’ın Müslüman oluşu:

Secâh Mezopotamya’ya, Basra’ya, döndükten sonra nelerle meşgul oldu bilmiyoruz. Kaynaklar onun, Muaviye’nin üstünlük elde ettiği yıllara kadar nasıl yaşadığı hakkında bir bilgi vermediklerinden, Secah’ın bu yıllar arasındaki hayatı büsbütün karanlıklar içinde kalmıştır.

Muaviye, Irak halkı kendisine biat ettikten sonra birçok aileleri olduğu gibi Secah ve adamlarını da bulundukları yerden başka tarafa, Kûfe’ye nakletmiştir. İşte bu sırada Secah’ın Müslümanlığı kabul ettiğini, hem de iyi bir Müslüman olduğunu bütün tarihler ittifakla yazmaktadırlar. Fakat bazı kaynaklar onun, Kûfe’de değil Basra’da Müslüman olup gene orada Müslüman olarak öldüğünü açıklarlar. Onbirinci yılın ortalarında meydana çıktığı kesin olarak belli olmakla beraber ölüm tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak Hicri 41’den önce ölmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

E. Secâh’ın doktrini:

Secah’ ın kendisine tabi olanlara oruç, namaz, zekat veya sadakayı emretmiş olduğu ancak domuz eti yemeğide mubah kıldığı iddia olunmaktadır. Onun, Hristiyanlığı pek iyi bildiği ve büyük kısmı Müslümanlıktan dönmüş olan Temimlere dayandığı gözönünde tutulursa, peygamberlik iddialarını, bu iki büyük dinden aldığı ilhamlarla beslemiş olduğu tahmin olunabilir. Onun vahiy adı altında yukarıda bahsettiğimiz sözleri, taraftarlarını savaşa katılmağa sevketmek ve menfaatler elde etmek için verilmiş komutanca emirlerden ibarettir.

Secah’ın kurmak istediği dinden zamanımıza kadar gelmiş bir kalıntı yoktur. Ancak eğer Secâh gerçekten Müseylime ile evlenmiş ise ve mehir verme meselesi doğru ise, o takdirde Ebu’l -Ferec’in yaşadığı H.508 – 597 yıllarında Temimler’in Müslüman oldukları halde ikindi namazını kılmamış olduklarını Secâh’ ın kurmak istediği mezhebin bir kalıntısı olarak kabul etmek gerekir (Agâni, XVIII., S. 165; el – Vatvat, Gurer ül – Hasâis, 131). Fakat Secah’ ın istilâ maksadı ile gittiği Yemame’den bir miktarcık mahsül ve hediye ile dönerken, esasen tatmin edilmemiş olan kavminin önünde, üç gün gibi kısa bir süre için evlenmeyi göze alması, peygamberlik iddiasında bulunan bir kadın hakkında pek makul görünmemektedir. Seyf’den başka bu konuda yazı yazmış olan hemen bütün Islam tarihçilerinin kabul ettikleri Secâh – Müseylime evlenmesini gene de şüphe ile karşılamak mecburiyetindeyiz. Bizi buna yönelten başlıca sebep Taberi ve Ebu’l – Ferec’deki asılsız ve hayasız rivâyetin gittikçe hafifleyerek Mirhond, Ebu’l – Fida ve diğer tarihçiler tarafından nakledilmiş olmasıdır. Hiç şüphe yok ki, bu derece müstehçen bir konuşma başkalarının yanında cereyan edemez ve başkalarına anlatılamazdı. O halde bunu hangi râvi kimden alarak nakletti? Bu, belli olmamıştır. Taberi her rivâyetin sahibini yazdığı halde, burada hiçbir isim kaydetmemiş “bu konuda başkaları şunları söyler” diyerek ihtimal ki, islâmiyet’in düşmanı olan bu iki insana karşı, sırf İslami bir gayret güderlikle uydurulan ve ağızdan ağıza yayılmış olduğu muhakkak olan halk şayialarını kitabına almıştır.

Secâh – Müseylime evlenmesi kendi tâbileri arasında Secah’ın prestijini kaybetmesi bakımından da bize imkansız görünüyor. Şayet böyle bir evlenme vaki olmuşsa bu, sırf politik mecburiyetlerden doğmuştur. Müseylime islamlara karşı bir müttefik bulmak ümidiyle onunla evlenmiş olabilir; fakat Secah’ın kurmak istediği dini, Müseylime’ninki ile birleştirmesi, sonra onun peygamberliğini tanıyıp ona tâbi olduğunu ilan etmesi sabah ve yatsı namazlarının kaldırılmasına baş eğmesi gibi rivâyetler, kabul edilmesi pek güç olan adeta çocukça iddialardır. Seyf’in bu konulardaki sükutunu onun, Temimi olması dolayısıyla, Wellhausen ve Caetan’nin iddia ettikleri gibi taraf tutma gayreti diye vasıflandırmamız ne dereceye kadar doğru olur bunu cevaplandırmak pek güçtür.

F. Netice:

Hemen söyleyelim ki, Secâh da Esved ve Tuleyha gibi hakiki bir peygamber olmaktan çok uzak olup sadece bir kahine idi ve Hazret-i Muhammed’in ölümünden sonra Temimler arasında çıkan karışıklıktan ve irtidadtan faydalanmak istemişti. Fakat alelade bir kadın değil, dini bilgilere sahip şair, hüküm ve emretme kabiliyeti gibi birçok meziyetleri bulunan haris bir kadındı. Fakat islâmiyet bakımından onun hareketleri, ne Esved ve Tuleyha, ne de Müseylime gibi tehditkar olamamıştır. O, kuvvetli bir rüzgâr gibi kuzey – doğudan Arap yarımadasına esmiş , fakat önce Müslüman Ribâb ve Amrlar kayalığına çarparak kuvvetini kaybetmiş, Yemâme’de Hacer ve Hadikat ür – Rahman surlarına ulaştığı zaman, dini ve siyasi kuvvet ve hüviyetini büsbütün kaybetmişti.

Secah’ın sonradan islamiyet’i kabul etmesi, onun hakiki bir peygamber olmadığının en büyük delilidir. O, sadece Hazret-i Muhammed’i kendisine örnek tutarak iktidar sahibi olmaya çalışan iktidar heveslisi bir kadındı.

İslam dininin ve Halifelerin geniş müsamahası Tuleyha gibi Secah’ ın da hayatını bağışlamış ve bu suretle belki de din uğrunda ölenler hakkında sonradan halk arasında çıkan ve bazen tehlikeli durumlar yaratan inanışların doğması ihtimali önlenmiştir.

İSLÂMDAN DÖNENLER VE YALANCI PEYGAMBERLER (Hicri 7.-11. Yıllar)

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK

Yorum bırakın