Namazı Düşüren Özürler

Mart 9, 2007

Hayız ve nifas hallerinde kadınlardan namaz borcu düşer. Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde de namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir süre devam ederse bakılır. Ayıldığı zaman abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa, o vaktin namazını kaza etmeleri gerekir. Mürtede gelince; mürtedlik halinde veya bundan önceki kılmadığı namazları kaza etmesi gerekmez. Daha önce hacc yapmışsa yeniden hacc yapması gerekir. Darul-harpte İslam’a giren kimse namazın farz olduğunu öğreninceye kadarı mazur sayılır. Çünkü düşman ülkesinde dinî emir ve yasakları bilmemek özür kabul edilir (İbn Abidîn, a.g.e., l, 330, 688; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul 1983, s. 142, 143).

Şafîîlere göre, hayız ve nifas halindeki kadın namaz kılmaz ve kaza etmesi de gerekmez. Akıl hastalığı, baygınlık ve koma hali ile mubah bir yolla aklın kaybolması namazı düşürür. Ancak haram bir şeyle sarhoş olanın kılamadığı namazları kaza etmesi gerekir.


ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRKİYENİN DIŞ POLİTİKASI

Mart 9, 2007

Atatürk Dönemi’nde Türk Dış Politikasının Temel İlkeleri

Atatürk’ün dış politikasının temel ilkeleri;

• Milli sınırlarımız içinde kalmak ve gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak
• Bağımsızlığımıza ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, diğer devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerimize karışılmasına fırsat vermemek
• Devletlerarası sorunları hukuka dayalı olarak barışçı yollardan çözümlemek
• Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girmemek
• Milli sınırlarımız içinde herşeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı devam ettirmek
• Dış politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak ve dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak
şeklinde özetlenebilir. Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesiyle iç ve dış politikada barışı benimsediğini ortaya koymuştur.

Türkiye – İngiltere İlişkileri

Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin normalleşmesini engelleyen en önemli neden, Türk – Irak sınırının tesbiti anlamına gelen Musul sorunu olmuştur.
Musul bölgesindeki zengin petrol yataklarını bırakmak istemeyen İngiltere, Irak’ta manda yönetimi ilan etti. Lozan Konferansı’nda Türkiye – Irak sınırı görüşülürken Türk heyeti, “Halkın çoğunluğunun Türk olması” nedeniyle, Musul ve Süleymaniye bölgelerinin Türkiye sınırları içerisinde kalması gerektiğini öne sürdü. Irak adına mandater devlet olan İngiltere ise, Musul’un Irak sınırları içinde kalmasında direndi. Bunun üzerine Türkiye’nin bölgede bir halk oylaması yapılması isteği yine İngiltere tarafından reddedildi.
Türkiye, sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü tedbire başvuracağını açıklayarak İngiltere’nin askeri hareketini önlemiştir. Bu dönemde ortaya çıkan Şeyh Sait isyanı Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemiştir. Dolayısıyla Şeyh Sait isyanı bir ülkenin içerisinde yaşanan olumsuzlukların dış politikayı olumsuz yönde etkilediğine kanıt olarak gösterilebilir.
İkili görüşmeler sonunda çözülemeyen Musul meselesi, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Musul meselesini incelemek amacıyla oluşturulan komisyonun önerisiyle Milletler Cemiyeti, Musul’un Irak’a katılması gerektiğini belirtti.
Türkiye Milletler Cemiyeti’nin kararına uyarak İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı yaptı (5 Haziran 1926).

Bu antlaşmayla;

• Musul ve Kerkük Irak’a bırakıldı.
• Irak Hükümeti, Musul’a karşılık petrol üzerine konulan verginin % 10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye vermeyi kabul etti.

Türkiye – Fransa İlişkileri

Fransa ile Türkiye arasında yaşanan sorunların en önemlisi Osmanlı Devleti’nden kalan borçların ödenmesi konusunda yaşanmıştır. Alacaklı ülkeler içinde en fazla pay sahibi olan Fransa’ydı. Bu konuda 13 Haziran 1928’de Paris’te Türkiye ile alacaklı devletler adına Duyun–ı Umumiye İdaresi arasında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmayla ödenecek borçların miktarı ve ödeme şekli belirlenmiştir. Ancak, 1929’da başlayan dünya ekonomik krizi borçların ödenmesini güçleştirmişti. Bunun üzerine Türkiye, borçların ertelenmesini istemiş ve 22 Nisan 1933’te Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır. Son antlaşma Türkiye lehine olmuş ve borçlarla ilgili sorun çözümlenmiştir.

Lozan Antlaşması’na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. Bu durum Fransa ile anlaşmazlıklara neden oldu.
“Türkiye’de bizim okullarımızın sahip olmadıkları ayrıcalığa, yabancı okulların sahip olması kabul edilemez.” diyen Atatürk, yabancı okulların Türk kanunlarına uymasını istemiştir. Yönetmeliklere uymayan bazı okullar kapatılmıştır. Yabancı okullar meselesi Fransa ile iyi ilişkilerin kurulmasını geciktirmiştir.

Türkiye – Yunanistan İlişkileri

Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Yunanistan arasında en önemli sorun nüfus mübadelesi (değişim) hakkındaki sözleşme ve protokolün uygulanması konusunda yaşanmıştır.
Lozan Antlaşması’nda, İstanbul’daki Rumlarla Batı Trakya’daki Türkler dışında Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Türklerin karşılıklı değiştirilmeleri kararlaştırılmıştır. 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle değişime tabi tutulacak kişilere ait şartlar belirlenmiştir. Tarafsız devletlerin temsilcilerinin de katıldığı mübadele komisyonu kurulmuş, ancak Yunanistan’ın sürekli anlaşmazlık çıkarması yüzünden bir sonuç alınamamıştır.

Bir süre sonra Türk – Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya yol açmadan gergin hava yumuşatıldı ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma yapıldı. Bu antlaşma ile yerleşme tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayılmıştır.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girmesi

Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler tarafından savaştan hemen sonra uyuşmazlıkları barışçı yollardan çözmek, uluslararası işbirliğini geliştirmek, böylece barış ve güvenliği koruyarak yeni savaşları önlemek iddiasıyla kurulmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının temeli barışçı esaslara dayanıyordu. Türkiye komşu ülkelerle dostluk ve iyi ilişkiler kurmuştur.

Türkiye’nin barışçı girişimleri diğer ülkeler tarafından memnuniyetle karşılandı. 1930’dan sonra milletlerarası işbirliğinin önem kazanması, Milletler Cemiyeti’ne ilgiyi artırmıştır. 1932 Temmuz’unda İspanya’nın teklifi, Yunanistan’ın desteğiyle Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur (18 Temmuz 1932).

Balkan Antantı

Türkiye Milletler Cemiyeti’ne girdikten sonra Balkan uluslarıyla yakınlaştı. 1933’ten sonra Almanya ve İtalya silahlanarak dünya barışını tehdit etmeye başladılar. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya devletleri arasında Balkan Antantı imzalanmıştır (9 Şubat 1934).
Arnavutluk, İtalya’nın baskısından dolayı, Bulgaristan ise, Makedonya konusunda Yunanistan ve Yugoslavya ile anlaşmazlık nedeniyle antanta katılmadılar.
Balkan Antantı’yla Türkiye batı sınırlarını güvence altına almış ve Türkiye için Balkanlarda barış dönemi başlamıştır.

Boğazlar Sorunu ve Montrö Sözleşmesi

Lozan Konferansı’nda imzalanan Boğazlarla ilgili hükümler Türkiye’nin boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını sınırlandırmaktaydı. Türkiye, boğazlarla ilgili bu hükümleri, güvenlik konusunda Milletler Cemiyeti’nin etkili olacağını ve Avrupa’da silahsızlanmanın gerçekleşeceği umuduyla kabul etmişti.
1933’ten sonra İtalya, Almanya ve Rusya silahlanmaya başladı. Milletler Cemiyeti barışı tehdit eden bu gelişmeleri önleyemedi. Bu gelişmeler üzerine kendi güvenliğini garanti altına almak isteyen Türkiye, 10 Nisan 1936’da Boğazlar üzerindeki sınırlamaları kaldırmak amacıyla Lozan Antlaşması’nı imzalayan devletlere birer nota göndererek Boğazlarla ilgili hükümlerin düzeltilmesini istemiştir. Türkiye’nin bu isteği ilgili devletler tarafından olumlu karşılanmış ve İsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır (20 Temmuz 1936).

Montrö Sözleşmesi’ne göre;

– Lozan Antlaşması’nda kurulan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türkiye Cumhuriyeti’ne devredilecektir.
– Lozan Antlaşması ile Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde, Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecektir.
– Ticaret gemilerinin her iki yönde Boğazlardan geçişi serbest olacaktır.
– Savaş gemilerinin geçişi ise zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılacaktır.
– Türkiye, savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazları istediği gibi açıp kapatabilecektir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle;

• Türk Devleti’nin egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır.
• Boğazlarda asker bulundurulması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de önemi artmış ve Türkiye milletlerarası dengede önem kazanmıştır.
• Türk – Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımı atılmış, sözleşme Sovyet Rusya tarafından yetersiz bulunmuştur.

Sadabat Paktı

Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Tahran’daki Sadabat Sarayı’nda dörtlü bir pakt oluşturuldu (8 Temmuz 1937). Bu pakt, İtalya’nın doğu ülkelerini hedef olan istilâ politikasından kaynaklanmıştır. Orta Doğu’ya yayılmaya çalışan İtalya’ya karşı ortak bir savunma sistemi kurularak yayılmacı politikalara tepki gösterilmiştir.

Hatay’ın Türkiye’ye Katılması

II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması üzerine Fransa 1936 yılında Suriye’yi boşaltma kararı aldı. Bu arada Fransa, Hatay’ı Suriye’ye bıraktı. Sorunları barışçı yollarla çözümlemek isteyen Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hatay’ın Türkiye’ye verilmesini istedi.

Hitlerin Avusturya’yı ilhakından sonra, Avrupa’da güçler dengesi bozulmaya başladı. Fransa, Hatay konusundaki tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı. Yapılan seçimler sonunda bağımsız bir devlet olarak Hatay Cumhuriyeti kuruldu (2 Eylül 1938). Hatay Cumhuriyeti ile Türkiye arasında yakın ilişkiler geliştirildi.

23 Haziran 1939’da Fransa ile Türkiye arasındaki bir antlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye katılması kabul edildi. Böylece Atatürk’ün ölümünden sonra Hatay meselesi Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda Türkiye’nin lehine çözümlenmiştir.

alıntıdır.


Türkiye’de Petrol

Mart 9, 2007

GAZETECI VEDAT YENERER’IN YAZISI…..

Petrol yoksa çikartma ruhsati neden vermiyorsunuz

Degerli okurlar, geçenlerde Türkiye-Suriye sinirinda uydu verilerine göre petrol denizi oldugu iddiasini yazmistim. Yazi sonrasinda Silopi’de madencilik yapan Besir Yilmaz aradi. Yazacaklarimi lütfen iyi okuyun!…

Besir Yilmaz telefonda . “Vedat bey, gelin Silopi’ de Cudi eteklerine sizi götüreyim de petrolü kendi gözünüzle görün!..”diyerek feryat ediyordu.

“Nasil yani!..” diye sordugumda anlatmaya basladi.. “Biz aileden madenciyiz. Irak sinirinda yaklasik 300 km ya da bir baska deyisle yaklasik 150 milyon ton asfaltit madeni buldum.. Bu madeni bir süre resmi olarak islettikten sonra devlet 1978 yilinda kamulastiriyoruz” diyerek el koydu. Rezervin de 50 milyon ton oldugu iddia edildi.

Madem asfaltit rezervi az, neden el koyuyorsunuz. Dünyanin neresine giderseniz gidin asfaltit maddesi bulunan her yerin altinda petrol vardir. Silopi’nin altida petrol denizidir. Yaz aylarinda etraftaki ocaklardan resmen petrol akar ve Hezil çayina karisir. Gelin görün! Sadece petrol degil, burada çok zengin uranyum ve nikel madeni de var”

Nereden biliyorsunuz? “Türkiye’deki analizlere güvenmedigim için madenin her tarafindan örnekler alarak Almanya’ya bizzat götürdüm ve analiz yaptirdim. Raporlari gönderdim size Sonuçlar elimde Yatagan ve Tunçbilek’’e göre iki misli rakamlar var) dünyanin en önemli uranyum madenlerinden birisi buradadir ve aktif haldedir..” Besir Yilmaz’in anlatacak o kadar çok seyi var ki makineli tüfek gibi ardarda siraliyor. Ben de zaman zaman araya girip soru soruyorum..

– Petrol oldugunu nereden biliyorsunuz? “Bu bölgede Ingilizler 1967- 87de petrol aramislar.Açilan kuyulardan gökyüzüne dogru 100 metre kadar petrol fiskirmis. Ardindan kapatmislar ve betonlamislar. Benim madenimin yaninda da bu kuyudan var ve vanasini gelin birlikte açalim eger beton ve civa basip tikamadilarsa bakalim ne kadar petrol fiskiracak. Dönemin köylüleri arasinda hâlâ yasayan görgü taniklari var ve petrolün 100 metre kadar fiskirdigini görenler var.”

Besir Yilmaz konustukça pür dikkat dinlemeye devam ediyorum..

“Vedat bey, asfaltit maddesi olan her yerde petrol vardir. Eger petrol yoksa bana neden petrol çikartma ruhsati vermiyorlar? Musul ve Kerkük’ ün rakimi 80-100 metre civarindadir. Cudi Dagi’ndaki petrolümüz resmen Irak’a dogru akiyor ve basta Ingilizler ve ABD bunu biliyor..” Besir Yilmaz bugünlerde Silopi’ ye bile zor gider hale gelmis. Devlet kamulastirilacak diye el koydugu madeni simdi Turgay Ciner’in sahibi oldugu Park Holding’e devretmis. Durum böyle olunca, Yilmaz da dava üstüne dava açmis ve yürütmeyi durdurma karari aldirmis. Eger tekrar el konulursa AIHM’’ye basvuracakmis. Kisacasi madeninin pesini birakmiyor ama artik bölgedeki asiret agalari da onun pesini birakmaz hale getirilmis.. Bütün dava tutanaklari elimde okudukça dehsete kapiliyorum.

Simdi sıkı durun… Besir Yilmaz Basbakan Tayyip Erdogan’ a bu durum üzerine basvurmus ve dilekçe vermis dilekçede aynen söyle yaziyor..

“Bürokrasi ve çeteler milletin hak ve hukukunu aramaktan bezdirmistir. Televizyonda ve basindaki konusmalarinizda “hortumcu çetelerin ve bürokrasinin üstüne gidilecektir” diyorsunuz . Millet buna çok seviniyor.. 25 yildir gasp edilen madenimiz çete ve bürokratlarin, anayasa, kanunlar ve insan haklari hiçe sayilarak ihale yolu ile peskes çekiliyor.Allah’a ve sizin yüksek adaletinize siginiyorum.” Besir Yilmaz devlet tarafindan el konulan mallarini ve bunun karsiliginda devletin verdigi parayi yaziya eklemis.. 1- 35 km yol yaptim. 2- 500 bin ton hazir çikarilmis kömürüm var. 3- 3,5 milyon metreküp hafriyat yapilmis. 4- Mazot tanklari. 5- Dinamit ambari. 6- Kantar ve kantar binasi. Resmi olarak bana ait olan ve vergisini ödedigimadenimde bugüneadaraptigim isler ve halen bulunan demirbas ve çikarilmis maden içindenenara da 5.800.8000 TL. (Buna resmen gasp ve devletterörü denir!) Besir Yilmaz Basbakan Erdogan’a yazdigi dilekçededevam ediyor. ” Bu para halen bankada duruyor. Buna ragmen TürkiyeKömür Isletmeleri ihaleyi adamlarina ve hortumculara peskes çekiyor” Besir Yilmaz’ in bu basvurusuna Basbakan Erdogan bugüne kadar cevap vermemis. Besir Yilmaz’dan al ve ABD baglantili sirketlere ver.Uranyum konusu da bir baska skandal. Güneydogu resmen petrol denizi üzerinde veTürkiye ABD Firmalarinin pesinde “bize petrol bul” diye yalvariyor… Iddialar devam ediyor:.6 mühendisin kafalari kesildi. TPIK diye Türkiye Petrolleri’nin kurdugu bir kurum yurt disina petrol arama islerine giriyor ve bugüne kadar milyar dolar zarar ediyor.

BesirYilmaz diyor ki: “Kimin hain kimin isbirlikçi oldugunu anlamak çok kolay! Eger bölgede petrol yok ise neden bana petrol çikartma ruhsati verilmiyor. Ruhsati verin 800 metreden petrolü çikartmazsam ben bu ülkeyi terk ederim. MTA yillar önce sondaj yapti 480 metrede su bulundu ve ardindan delici aletin ucu kirildigi için sondaja son verildi.Herkes bilir sudan sonra petrol gelir.Biz yerli teknoloji ile 1200 metreye kadar sondaj yapabiliriz kimseye ihtiyacimiz yok.

Izni versinler siz görün petrol nasil fiskiracak.. ” Bu görüsmemizden bir gün sonra Besir Yilmaz tekrar aradi ve Soma’ da görevli bir mühendis ile görüsmemi isteyerek telefon numarasini verdi.Adini burada yazmak istemiyor. Mühendis ile görüsmemde daha da çarpici gerçekler çikti ortaya.

Alti ay kadar önce Cudi daglari eteklerinde bulanan 6 insan iskeletinin ne oldugunu bilip bilmedigimi sordu. Ben de “bilmiyorum” dedim. Mühendis ekledi “Bu iskeletler 18 yil önce Cudi Dagi’nda kaybolan 6 Türk petrol mühendisinin iskeletleri. Kafalari kesilerek öldürülmüs..”Dondum kaldim. Ne diyeyim.Kendisi de mühendis oldugu için yalan söylemiyordur diye düsündüm.. Ardindan devam etti.. “Vedat bey Türkiye maden bakimindan dünyanin enzengin ülkesi. Siz Ödemis yakinlarindaki Bozdag’in dünyanin en büyük altin rezervi olan daglarindan biri oldugunu biliyor musunuz? Ama bu madenleri kimse çikaramaz. Hatta bu konunun üzerine giden gazeteciler öldürüldü. Ugur Mumcu ve Çetin Emeç’in öldürülmeden kisa bir süre önce bu madenler üzerine gittigini biliyorsunuz her halde…” Ilgiyle dinledim. O kadar çarpici seyler anlatti ki, yazmaya sayfalar yetmez. Iddialarin hepsinin belgeli oldugunu söyleyen bu mühendis,gazete ve televizyon kanallarinda hiçbir gazetecinin bu yönde bir haber yapamadigini ve milletin resmen uyutuldugunu örneklerle anlatti.

Besir Yilmaz’a son sözüm ” Bana anlattiklarinizi Genelkurmay’’a anlatiniz mi?” oldu. Aldigim cevap da aynen söyle.. ” Vedat bey her seyi belgeleriyle birlikte birkaç kez askeri büyüklerimize anlattim ama bugüne kadar bir arpa boyu ilerleme kaydedemedik!”.. Ne diyeyim, bu milleti korumaya yemin etmis olanlar utansin!.. Son sözüm: “AB ve ABD ,PKK’’yi bosu bosuna özellikle bu bölgede güçlendirip milletin basina bela etmedi.

Bölgeye gelecek baris ortami Türkiye’’yi ekonomik olarak uçuracak