Türk Soylu Halklarda Şaman ve Şamanlar-2

Şamanın Güçleri ve Yetenekleri

Şamanın en önemli görevlerinden biri, ruhlar âlemi ile irtibat kurmak ve bu görev her ölümlüde olmayan bazı kabiliyetlere sahip olmayı gerektirir. Şamanlık, eğitimle kazanılabilecek bir yetenek olarak değil, insanların kaderlerinde olan ve kaçamayacakları bir mecburiyet olarak kabûl edilir. Turhansk Tunguzları, insanların kendi irade ve çabalarıyla şaman olamayacaklarını, şamanlığın onlara bahşedildiğini anlatırlar ki, bu armağan, bahşedilen kişiye özellikle başlangıç aşamasında ağır ve yıpratıcı bir yük teşkil eder. Altay bölgesi şamanizmi inceleyen Werbitskij, şamanlık yeteneğinin aynı zamanda ailede yaşayan bir nevi irsi hastalık gibi tasavvur edildiğini aktarır ki, böylesi yeteneğin bir çeşit hastalık gibi görüldüğüne ilişkin birçok örneğe rastlanır. Bu hastalığın oldukça şaşırtıcı nöbetleri olduğuna değinen Radloff’un belirttiğine göre, önce şamanın bedeni ağır bir yorgunluk hissine kapılır, bunu kasılma ve titreme nöbetleri takip eder. Bir süre sonra hasta pek de doğal görünmeyen bir şekilde gevşemeye başlar, içinde hissettiği bir baskı ile ağlama nöbetine girer, titreyerek ve gözleri sonuna kadar açılmış bir halde bir anda ayağa sıçrar, ağzından köpükler boşalıp yere düşene kadar büyülenmiş gibi dönmeye başlar ve sonunda bilinçsiz bir şekilde yere yığılır. Bu esnada bütün uzuvları tamamen hissiz bir şekilde, elinin altına gelen her şeyi kapar, kimi zaman kor hâlinde ateşi, kimi zaman kesici nesneleri yutup ve sonra da bunları hiçbir zarar görmeden istifra ettiği olur. Bunlar şamanın ayağa kalkıp, davulunu çalmaya başlamasına kadar sürer ve sonra sakinleşerek kendine gelir. Şamanlığın atalardan gelen bir çağrı olduğuna ve bu çağrıya karşı çıkıp, şaman olmayı reddedenlerin akıl hastalığına yakalanacağına veya erken yaşta öleceklerine inanılır.

Şaman geleneği konusunda Soboljev’in belirttiğine göre, Altay Tatarları da şamanlığın doğuştan geldiğine ve çocukluk yıllarından itibaren sara (epilepsi) nöbetleri şeklinde kendini gösterdiğine inanırlar. Hasta sık sık kendini kaybeder, insanlardan uzaklaşır ve bir şaman onu eğitmek üzere yanına alana kadar genelde perişan bir hâlde yaşar. Yakutlar, şamanlık yeteneklerinin daha çocukluktan itibaren kendini gösterdiğine inanırlar. Stsukin, kaderi şamanlık olan bir kişinin, çocukluğundan itibaren dengesiz davranışlar gösterip, ormanlarda amaçsızca dolanıp, kendini sulara veya ateşe attığını, kendini öldürmeye çalıştığını aktarır. Akrabaları bu davranış bozukluklarından çocuğun şaman olabileceğini anlarlar. Bu davranışlar, çocukluk çağlarında olabileceği gibi, gençlik yıllarında hâtta daha sonraları da ortaya çıkabilir. Genel inanca göre bu emareler, söz konusu kişiye bir ruhun musallat olmasıyla ortaya çıkar. Bu ruh, hem o kişiye istediklerini yaptırır, hem de kendisi o kişinin hizmetine girer. Bir Yakut şamanı, kendisine şamanlık vazifesinin bahşedilişini şu sözlerle anlatır: “Yirmi yaşındayken hastalandığım bir gün, gözlerim ve kulaklarım başka insanların görüp duyamadıklarını görmeye ve duymaya başladı. Dokuz yıl boyunca bu ruh ile mücadele ettim. Hiç kimseye bu olanları anlatmaya cesaret edemedim çünkü bana inanmayacaklarını, benimle alay edeceklerinden korkuyordum. En sonunda ölüm derecesinde hastalandım ve o zaman “şamanlık etmeye” ve kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Bugün bile, uzun süre şamanik vecd hâline girmediğim takdirde, kendimi rahatsız ve hasta hissederim” Bu konuda Trostsanskij, bazı rahatsızlıkların şamanlık yeteneklerine işaret ettiğine ve bu rahatsızlıklara sahip olanlara “mänärik” adı verildiğinden bahisle; bu kişiler sık sık sara veya histeri benzeri krizler girdiklerini, ancak şamanların da ayinleri esnasında “mänärik”ler gibi kendilerinden geçtikleri halde, bunu kendi iradeleri ile gerçekleştirdiklerini, “mänärik”lerinse, bunu çoğunlukla ellerinde olmadan istem dışı yaşadıklarını, nadiren şamanlar gibi kendi iradeleri ile yapabildiklerini anlatır.

Agapitov ve Changalov’un aktardığına göre, Buryatlar ölmüş şamanların ruhlarının gelecekteki şamanları tespit ettiklerine ve onları gençliklerinden itibaren bu göreve hazırladıklarına inanırlar. Şamanlık yeteneğinin bazı emareleri vardır. Kişinin sık sık baygınlık geçirmesi, ruhları görmesi, muhayyel bir âlem yaratması, insanlardan kaçması, dağlarda veya ormanlarda tek başına yaşaması gibi emareler gözlemlenir ve bunların değerlendirilmesi sonucu kişi bir şamanın eğitimine verilir. Petri ise, halusinasyonlar görme, başkalarının göremediği varlıklarla konuşma, vecd hâline geçme gibi şamanlık yetisini gösterdiğine inanılan işaretlerin bir nevi sinir hastalığına benzediğini aktarır. Bazen, hasta durup dururken üzerinde bir baskının şiddetiyle şamanik vecdi yaşamak ister, dans edip şarkı söylemeye başlar ve bu sayede kendini daha iyi hisseder.

Tunguzlarda şamanlık yetenekleri bir hastalık şeklinde ortaya çıkar. Schirokogorov’un bildirdiğine göre, şamanın ölümünden sonra emrindeki ruhlar, serbest kaldıklarında kabilenin gençleri arasında gizemli hastalıklar yaymaya başlarlar. Bu hastalığa yakalanan kişiler kendilerine düşsel bir âlem yaratıp, dalgınlaşır, yaşama güçlerini, heyecanlarını kaybeder, uykularında gezmeye başlar, melankolik bir ruh hâline kapılıp, sık sık tabiata kaçarlar. Bu hastalıklara yakalanan kişilerde sinir buhranları ve kasılmalar görülür ki, hiç kimse bu kişilere yardımcı olamaz. Ancak musallat olan ruhlar, hastalardan birini kurban olarak belirlediklerinde, diğerleri tekrar düzelir, ama ruhların belirlediği kişinin durumu daha da kötüye giderek, iştahını kaybeder, uykusuzluk çekmeye başlar, geceleri nöbetler geçirir, şamanlar gibi titremeye, dişlerini takırdatmaya başlarlar. Bu durumda genelde akrabaları hastaya bir davul verirler ve hasta “şamanik vecde” kapılarak bir süre sonra kendinden geçer. Tunguzlar, bir şaman adayının şuurunu yitirmesini, bir ruhun onun içine girmiş olmasına bağlarlar. Bu olay ormanda, hastanın yanında ona yardım edebilecek kimse yokken de başına gelebilir. Bu durumda ruhların ele geçirdiği bu kişi, akrabaları onu arayıp bulana veya kendi başına bir şekilde geri dönene kadar ormanda günler boyu vecd hâlinde kalabileceği gibi, bu arada ölmesi de ihtimâl dahilindedir. Diğer Sibirya halkları ve Laponlarda da şamanlık belli yeteneklerin bahşedilmiş olmasına bağlıdır. Wenjamin, Samoyedlerde bir şamanın çocuklarının hepsinde bu yeteneklerin olmayabileceğini, içlerinden sadece ruhların seçtiği ve göründükleri çocuğa bu yeteneğin bahşedildiğini aktarır. Herhangi bir çocukta bu özel emareler keşfedildiğinde, o çocuk bir şamanın eğitimine verilir.

Şamanlık yetilerine delâlet eden ve dolayısıyla şamanlığın ön şartı olarak kabûl gören rahatsızlık veya hastalık belirtilerinin hâlen tatmin edici şekilde izah edilebilmiş olmadığından, bu topluluklarda çok itibarlı mevkileri olan şamanları “ruh hastası” olarak nitelendirmek çok yanlış bir kanaat sergilemek olur. Şaman adayları hakkında bir çok araştırmacının aktardıklarından bu adaylarda saranın karakteristik bir özellik olduğu ortaya çıkmaktadır ki, bunun Golde şaman adayları için de geçerli olduğunu belirten Lopatin, sara nöbetlerinin belirsiz aralıklarla ortaya çıkması ve nöbet sonrasında hastanın kendiliğinden normale dönmesi sebebiyle bu hastalığın ilkel halkların gözünde özellikle esrarengiz bir hastalık olduğuna dikkât çekmektedir. Şamanların psikolojisi incelendiğinde, muhayyel bir âlem yaratıp, kendinden geçme durumlarının şamanların tipik özellikleri olduğu görülür. Hiç beklenmedik anlarda gelebilen bu sıkıntı nöbetlerinden kurtulmak için hasta, zaman zaman bu nöbetleri taklit edip, benzeri şekilde kendinden geçerek hastalığını dizginlemeye ve verdiği sıkıntıları azaltmaya çalışır. Bir çok şaman bunu yapmaya başladıktan sonra, durumlarının çok daha iyiye gittiğini ve yaptıkları işi bırakacak oldukları takdirde, sıkıntılarının tekrar başladığını anlatmışlardır.

Bu kendinden geçme hâli, aslında muhayyel bir âlem yaratma ile de yakından ilişkili olup, kendinden geçme esnasında bir ruhun şamanın bedenine girdiğine inanılır. Bu sırada şamanın söylediği sözler, onun kendi sözleri değil, onun ağzından konuşan ruhun sözleridir. Şaman tekrar kendine geldiğinde içine giren ruhun kendisi aracılığıyla söylemiş olduklarını hatırlamadığı için, şamanın yanında bilgili ve tecrübeli birinin bulunması, şamanın hareket ve sözlerini dikkâtle takibederek, aklında tutması gerekir. Bu kişi şamanın bedenine giren ruhla konuşup, kim olduğunu, nereden geldiğini ve ne istediğini sorar. Şaman ayinlerinde çok önemli bir yer işgâl eden bu kişiye “şamanın yardımcısı/kalfası” adı verilir. Lapon şamanlarının yardımcılarına Finliler “çözücü” derler ki, bu adın verilmesinin sebebi, muhtemelen kendinden geçmiş haldeki şamanın söylediklerinin genelde pek açık olmaması ve bazı şeyleri tahmin etme, çözümleme kabiliyetiyle ilgili olmasıdır.

Sadece çalışarak şaman olabilmek mümkün olmadığı gibi, kişinin ruhani yetenekleri ne kadar yüksek olursa olsun, yine de bu önemli ve çok yönlü vazifeyi yerine getirmek için tek başına kabiliyet de yeterli değildir. Bunun için kendisine bahşedilen ruhanî yetenek dışında, fizikî esneklik, kurnazlık, mesleki bilgi, geleneklerin ve inançların çok iyi bilinmesi ve hepsinden önemlisi ruhlar âlemiyle kalben bir ilişki içinde olmak gereklidir. Bu sebeple şaman adayı, sadece bilge akrabalar tarafından değil, kendi güçlerini ona aktarabilecek güçlü bir şaman tarafından eğitilmelidir. Bu tarz fantastik bir ortamda yıllar boyu tabiatüstü olaylara aşina olduktan sonra şaman adayı, nihayet etrafı ruhlarla çevrili, korkuyla karışık bir saygı uyandıran, ayin sırasındaki her söz veya hareketi etrafındakiler tarafından merakla takibedilen muktedir bir şaman olur. Bu muktedir adamın, karanlık bir gecede içini insanların doldurduğu bir çadırda sadece yerde yanan ateşin ışığında yaptığı şaman ayini, katılanları çoğunlukla bir nevi hipnoz durumuna sokar. Zamanla bu “ruh çağırıcısı”nın adı etrafında bir şöhret halesi oluşur, çevrenin saygısını kazanmaya başlar ve adı gelecek kuşaklara aktarılır.

Uno Harva’nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.

Çeviren: Erol Cihangir

Yorum bırakın