Kara Ölüm

Nisan 20, 2022

Kara ölüm olarak bilinen akciğere (Pnomonik) ve lenf bezlerine (Bubonik) yerleşen vebanın korkunç ve ölümcül bir türü 14. yüzyılda Asya, Avrupa ve Ortadoğu’da yayılmaya başladı. Bu hastalığın Asya’da 25 milyondan fazla insanın yaşamını kaybetmesine neden olduğuna inanılmaktadır. Avrupa’da nüfusun en az üçte birini oluşturan 25 milyon insanın yanı sıra Ortadoğu’da da sayısı tam olarak bilinemeyen milyonlarca insan bu hastalıktan ölmüştür.
Vebanın kökenleri belirsizdir ancak 1330 yıllarında çin’deki Yunnan eyaletinde başladığı tahmin edilmektedir. Farelerde yaşayan virüs taşıyan pirelerle yayıldığı sanılmaktadır. Hastalık hızla çin’de yayılmış ve onun sınırlarını aşarak batıya yönelmiştir. Moğol ordularıyla , ipek Yolu üzerinden seyahat eden tüccarlar aracılığıyla veya gemilerle deniz yolundan taşınmıştır.
Kara Ölüm Avrupa’ ya ilk olarak 1347 yılında ulaştı. Bu tarihte Moğol orduları Kırım’daki Caffa limanını kuşatmışlardır (Moğol askerlerinin Caffa duvarları üzerinden hastalıktan ölenlerin cesetlerini fırlattıkları yazıldı). Aynı yıl hastalık italya’da da yayıldı (Ülkeye muhtemelen gemilerle gelmişti). Daha sonra Fransa , ispanya, Portekiz, ingiltere , Almanya, iskandinavya ve 1351 yılında Kuzeybatı Rusya’da görüldü. 1347 yılında veba Ortadoğu’nun muhtelif bölgelerini etkilemeye başlamıştı. Önce Mısır’da, ardından Lübnan, Suriye, Filistin , Irak, iran ve Türkiye ‘ de görüldü.
Vebanın getirdiği ciddi nüfus kaybının ardından önemli sosyal ve ekonomik değişimler meydana geldi. Geniş topraklarda çalışacak yeterince insan olmaması özellikle Batı Avrupa’da köylülerin pazarlık gücünü arttırdı. 16. yüzyılda köylü isyanları yaşandı. ingiltere gibi yerlerde serfler (bir çeşit bağımlı ve miras yoluyla geçen işçi) ortadan kalkmaya başladılar. Buna karşılık Doğu Avrupa ve Rusya gibi vebadan daha az etkilenen yerlerde serfler bir şekilde varlıklarını devam ettirdiler.

Alıntıdır.


Kuzey Avrupa Söylenceleri – 9

Nisan 20, 2022

V. Bölüm

(Sigurd Brunhild’i unutarak Gudrun’la evleniyor. Sonra Gunnar’a, Brunhild’le evlenmesi için yardım ediyor. Gudrıın Brunhild’e gerçeği açıklıyor.)

Günlerce süren bir yolculuktan sonra Sigurd, Ren Nehri’nin güneyindeki bir krallıkta hüküm süren Kral Giuki’nin sarayına geldi. Kral Giuki ve katı kalpli karısı kraliçe Grimhild’ın güzel kızları Gudrun’dan başka üç de oğulları vardı: Gunnar, Hogni ve Genç Guttorm. Çocukların hepsi de iyilik ve yetenekleriyle olağanüstüydüler, iki büyük oğul savaştaki başarılarından dolayı ün kazanmışlardı.
Soylulardan biri Sigurd’u kentlerinde görünce derhal Kral Giuki’nin huzuruna çıktı ve “Kalıbıyla tanrılara benzeyen bir adam gördüm” dedi, “kentimizden içeri at sürüyordu. Sadece bugüne kadar gördüğüm tüm adamlardan daha iyi olmakla kalmıyor, ayrıca altın bir zırh ve altın silahlar kuşanmış ve kendi türündeki tüm hayvanlardan çok daha iri bir ata binmişti.”

Kral Giuki, Sigurd’u karşılamak ve onlarla kalması için davet etmek amacıyla sarayından çıktı. Çok geçmeden kral, Sigurd’a öz oğluymuş gibi davranmaya başladı. Gunnar ve Hogni de ona ağabeylerin en iyisi olarak saygı gösteriyorlardı. Kraliçe Grimhild ise onun Gudrun için mükemmel bir koca olduğuna karar vermişti. Kral Giuki’nin ailesi Sigurd’un büyük hâzinesinden etkilendikleri kadar onu sevdiler de. Çünkü Sigurd çok iyi bir insandı. Nazik, sevecen, sadık ve cömertti.

Sigurd sık sık Brunhild’e olan aşkından söz ediyordu. Bu yüzden Grimhild, onu kızı için kazanmanın tek yolunun Sigurd’a Brunhild’i unutturmak olduğuna karar verdi. Bunu Sigurd’a ilaçlı bir içki içirerek sağladı. Sigurd ilacı içince, “Bizi ailen olarak kabul et Sigurd” dedi. “Giuki, Gunnar, Hogni ve ben, hemen şimdi sana ana, baba ve kardeş olacağımıza dair yemin edeceğiz.” iksir Sigurd’a Brunhild’i tamamen unutturmuştu.

Sigurd, kralın ailesiyle beş mevsim geçirmişti ki bir gün, Kraliçe Grimhild kocasına şöyle dedi: “Sigurd tüm yüreklerin en büyüğüne sahip. Dahası güvenilir ve yardımsever. Gücü krallığımızı daha da güçlendirir. Bu nedenle, istediği kadar hazine ve seçtiği yerde hüküm sürme hakkıyla birlikte kızımızı ona ver. Böylece sonsuza dek bizimle kalmaya razı olur.”

Giuki yanıtladı: “Genellikle bir kralın kızını evlendirmek için teklifte bulunması gerekmez. Adaylar kızı için ona başvururlar. Yine de soylulardan bir başkasının yaptığı teklifi kabul edeceğime, Sigurd’a ben teklifte bulunmayı yeğlerim.”

Böylece Sigurd’a hem güzel prenses hem de iktidar önerildi. O da memnunlukla kabul etti. Ailenin yaşlı üyeleri yine kardeşlik yeminleri ettiler ve kraliyet düğünü herkes için büyük neşe kaynağı oldu.
Kral Giuki’nin oğullarıyla birlikte Sigurd, savaş sanatların¬ da ilerlemeyi sürdürdü. Her seferinde eve zafer, onur ve ünle birlikte büyük hâzinelerle dönüyordu. Fafnir’in kalbinin sakladığı parçasını yemesi için Gudrun’a verdi. Gudrun daha da bilge ve iyi huylu oldu.

Kızı mutlu bir evlilik yapıp bir aile kurunca, Kraliçe Grimhild’in düşünceleri oğlu Gunnar’a yöneldi. “Kuşkusuz senin için en uygun seçim, Brunhild’dir” dedi ona. “Sana Sigurd’u da yanına alarak, onu kazanmak için yola koyulmanı Öneririm.” Gunnar Brunhild’in güzelliğini ve ününü bildiğinden hemen kabul etti.

Gunnar, Hogni ve Sigurd, neşeleri yerinde, Brunhild’in babasına gittiler. Gunnar evlenmek için kızını istediğinde Brinhild’in babası yanıtladı: “Brunhild ancak özgürce seçtiği adamla evlenecektir. Onu kazanmak istiyorsan, Hindfell’in üzerindeki şatosuna gitmelisin ve atını, altın kalkanlı salonu çevreleyen, kükreyen alevlerden içeri sürmelisin.”

Üç kardeş şatoya geldiklerinde, Gunnar bir türlü atını alevlere sürmeyi başaramadı. Ne kadar mahmuzlayıp vurduysa da at korku içinde şahlanıp geri çekildi. Böylece Gunnar, “Atım asla beni alevlerden içeri götürmeyecek. Bana Grani’yi ödünç verir misin?” dedi Sigurd’a.

Sigurd seve seve denileni yaptı. Ancak üzerinde Gunnar olunca Grani tek bir adım bile atmadı. “Grani senden başka kimseyi taşımıyor!” diye haykırdı Gunnar. “Annemin öğrettiği şekil değiştirme sanatını uygulayalım. Benim şeklime gir ve benim adıma Grani’yi alevlerin içine sür ve Brunhild’i benim için kazan. Bu arada ben de senin görüntüne bürünerek burada beklerim.”

Brunhild ve aşklarıyla ilgili hiçbir şey anımsamayan Sigurd, bu serüveni kabul etti. Gunnar’ın şekline girdi, Grani’nin sırtına bindi, kılıcını eline aldı ve Grani’yi öfkeli alevlerin tam ortasına sürdü. Grani ateşlerden geçerken, alevler eskisinden bile daha büyük bir öfkeyle kükrüyor ve ateşten parmaklarını göklere uzatıyordu. Toprak, atın ayaklarının altında titriyordu. Her şeye rağmen Grani, Sigurd’u alevlerin ötesine güvenle taşıdı.
Sigurd atından inip Brunhild’in sarayına girdiğinde, savaşçı genç kız, başında bir miğfer, vücudunu kuşatan bir zırh ve elinde bir kılıçla büyük salonda oturuyordu. Ziyaretçisine baktı ve sordu: “Kimsin?”

“ben Giuki’nin oğlu Gunnar’ım” diye yanıt verdi Sigurd. “Ve seni karım olarak almak için geldim. Çünkü babanla görüşerek ve alevlerin içinden at sürerek buna hak kazandım.”

“Bana evlilikten söz etme Gunnar” dedi Brunhild. “Eğer yeryüzündeki tüm erkeklerin en iyisi değilsen… Çünkü beni isteyen herkesle dövüşmek zorunda kalacaksın ve bunca hoşlandığım bir savaşçının ölmesini hiç istemem.”

“Orası Öyle olsun” dedi Gunnar kılığındaki Sigurd. “Ancak sarayının çevresindeki ateş çemberinden geçen adamla evleneceğine dair kutsal bir yemin ettin ve ben de bunu başardım.”

Bunun üzerine Brunhild, Gunnar olduğunu sandığı adamı kabul etti ve aşklarının bir simgesi olarak yüzüklerini değiştiler. Brunhild Sigurd’a Andvari’nin yüzüğünü verdi. Sigurd da onun yerine takması için Gunııar’ın yüzüğünü Brunhild’e verdi.

Sigurd sonraki üç geceyi Brunhild ile geçirdi. Ancak Gunnar adına kur yaptığından, Brunhild’i ne öptü ne de kucakladı. Aynı yatağı paylaşmalarına rağmen, her gece kılıcını aralarına koydu. Brunhild’e de başka şekilde olursa, onunla evlenemeyeceğini söyledi. O da soru sormadı.

Brıınhild’in şatosundan ayrıldıktan sonra, Sigurd’un bir kez daha Grani’yi alev çemberine doğru mahmuzlaması gerekti. Sonra Gunnar ve Sigurd kendi şekillerine döndüler ve Brunhild’in ailesine haberleri vermeye yollandılar.

Daha sora Brunhild kayınbiraderini ziyaret etti ve ona dedi ki: “Adının Gunnar olduğunu iddia eden bir kral Hindfell’deki şatomu çevreleyen alev çemberinden içeri girmiş. Andvari’nin hazînesine sahip olan ve Grani’yi alev çemberinden içeriye sürecek olan adamla evlenmeye söz vermiştim. Ama biliyorum ki, bunıı ancak Sigurd başarabilir, çünkü yeryüzündeki Kim insanlar arasında bir tek o, korkunç ejderha Fafnir’i öldürebilecek cesarete sahip.”

“Sevdiğim ve evlenmek istediğim Sigurd’dur. Şimdi ben bu Gunnar’la ne yapacağım? Onunla evleneceğime, ordularının üçte birinin başı olarak kalıp krallığını korumayı çok daha yeğ tutarım.” Kayınbiraderi yanıtladı: “Gunnar’la evlenmek zorundasın, çünkü onun ateş çemberinden geçmediğini kanıtlayamazsın. Ayrıca Sigurd, Gunnar’ın kardeşi Gudrun’la evlendi. Geçmişte kalan artık öldü, tekrar canlandıramazsın, önemli olan şu an ve gelecektir. Eğer dostluğuma değer veriyor, öfkemi kazanmak istemiyorsan, Sigurd’u unutup Gunnar’la evlenmelisin.”

Böylece Kral Giuki’nin salonunda Brunhild ve Gunnar’ın evliliklerinin onuruna, ikinci bir düğün şöleni yapıldı. Yeni evliler oldukça mutlu görünüyorlardı. Kutlamalar bittiğinde Sigurd’un belleği yerine geldi. Brunhild’e vermiş olduğu sözleri anımsadı, ancak onu daha önce görmüş olduğunu sözleriyle, bakışlarıyla ya da davranışlarıyla asla belli etmedi. Gudrun’u ve Gunnar’ı seviyordu ve her şeyden öte, yeni ailesinin bireyleri arasında huzur bozulsun istemiyordu.

Her şey iyi gidiyordu. Ta ki, Brunhild ve Gudrun bir gün Ren Nehri’ne yıkanmaya gidene dek. Brunhild hemen ırmağın üst tarafına geçerek, “Saçımı durulamak için temiz su benim hakkım, çünkü babam seninkinden daha önemli ve kocam seninkinden daha cesur” dedi. “Gunnar pek çok kahramanlığıyla bilinir, bunlardan biri de aşkımı kazanmak için şatomun alevden duvarlarından geçmektir. Kocanın yaptıkları bunlarla ölçülemez.”

Gudrun, Brunhild’i geçerek nehrin yukarısına yürüdü. “Kocamı eleştirmek yerine sessiz kalmanı öneririm. Aslında saçımı nehrin yukarısında yıkamak benim hakkım. Eski aşkını aşağılamakla hata ediyorsun. Konuşacak dili olan herkes Sigurd’u dünyanın bildiği en cesur adam olarak selamlıyor. Fafnir ve Regin’ı öldüren odur. Bıı gözüpek başarılar ona Andvari’ nin hâzinesini alma hakkını verdi.”

Brunhild yanıtladı: “Ancak kalkanlı salonumu saran azgın alevlerin arasından geçen Sigurd değil Gunnar’dı. Ve bu Fafnir’in öldürülmesinden çok daha büyük cesaret ister.”

Gudrun güldü, “O alevlerin arasından geçenin, benim ağabeyim olduğuna gerçekten inanıyor musun? Bunu ancak Sigurd yapabilir! Sana Gunnar’ın adıyla ve şekliyle kur yaptı. Çünkü Gunnar’ın kendisi bunu yapamazdı. Yatağını paylaşan erkeğe Andvari’nin yüzüğünü verdin. O da bana verdi, inanmazsan elime bakıver; çünkü şu anda, kocamın ilk başta sana verdiği yüzüğü ben takıyorum.” Brunhild yüzüğü hemen tanındı ve rengi bir ceset gibi solgunlaştı. Sessizce saraya döndü ve bütün akşam hiç sesi çıkmadı.

Gudrun daha sonra Sigurd’a sordu: “Neden Brunhild böylesine sessiz? Ünlü, zengin ve sevdiği erkekle evli olmaktan memnun değilmi? Bence yarın bunu ona sormalıyım.”

“Böyle bir şey yapma Gudrun” diye yanıtladı Sigurd, “çünkü eğer yaparsan çok üzüleceksin.”

Ancak Gudrun konuyu kendi haline bırakmadı. Ertesi gün dedi ki: “Sorun nedir Brunhild? Dünkü konuşmamız canını mı sıktı, yoksa başka bir derdin mi var?”

“Bu konuyu tekrar açtığına göre zalim bir yüreğin olmalı” dedi Brunhild. “Bilmenin iyi olmayacağı konulara burnunu sokma.”

“Benimle ilgili ne sorunun olabilir ki?” diye sordu Gudrun. “Seni incitecek hiçbir şey yapmadım.”

“Sigurd’u almanı affetmiyorum, hem de o bir zamanlar bana aitken. Gunnar güçlü ve zengin olabilir, ama korkunç ejderha Fafnir’i Sigurd öldürdü ki bu, Gunnar’ın bütün yaptıklarından daha büyük bir iştir. Ayrıca kalkanlı salonumu saran alev çemberi geçen de Sigurd’du, Gunnar değil.”

Brunhild ekledi: “Bütün bunların tek suçlusu annendir. Sigurd beni unuttu, çünkü annen ona ilaçlı bir içki içirdi.”

“Yalan bu” diye öfkeyle haykırdı Gudrun.

“Kocanın keyfini sür Gudrun ve bil ki annenin iksiri olmasa o senin olmayacaktı. Sana yalnızca bela dilerim.”

O gece Gunnar uyurken Brunhild saraydan ayrıldı. Kötü düşünceler kalbini alevlendirerek, karla kaplı dağlarda ve buz tutmuş çayırlarda dolaştı. “Ben onun sevgisi ve hâzinesi olmadan yaşamak zorunda kalırken Sigurd yatağında kraliçesi Gudrun’a sarılmış yatıyor” dedi kendine. “Bundan sonra tek zevkim intikam olacak!”

Donna Rosenberg’in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


HİTİTLERDE EVLİLİK VE AİLE

Nisan 20, 2022

Hitit kanunlarının tamamında ima edilen aile örgütlenmesi babaerkil aile tipidir. Erkeğin çocukları üzerindeki hakimiyeti, öldürdüğü bir kişinin yerine bir erkek çocuk vermesi gerektiğiyle (44A) ve evlilik konusundaki, bir baba kızını damada “verebilir” ifadesiyle açıklanmıştır. Erkeğin karısı üzerindeki hakimiyeti evlilikte kullanılan söczük düzeninin tamamında üstü kapalı bir biçimde belirtilir: Damat eşini “alır” ve sonra ona “sahip olur”; eğer kadına zina yapılarak sahip olunmuşsa, erkek kadının yazgısına karar verme hakkına sahiptir.

Anadolu’nun bazı kısımlarında, özellikle Likyalılar arasında, anaerkil sistemin Heredotus zamanında hâlâ yürürlükte olduğunu biliyoruz ve Hititler arasında kadınların bazı imtiyazlardan yararlanmakta olmaları bu daha ilkel sistemin izlerini temsil ediyor olabilir. Oldukça muğlak bir kanun (171) bir annenin oğlunu evlatlıktan reddedebileceğiyle ilgili belli koşulları bildirir ve bir başkasında (28 ile 29) bir kadının evlenecek kızlarının elden çıkarılmasında babayla birlikte karar verebileceği ifade edilmektedir. Muhtemelen, Hitit kraliçelerinin oldukça bağımsız konumları olması ile erken dönem Hitit Krallığı’ndaki istikrarsızlığın da benzer bir kaynağı vardır.

Hititlerin evlenmeyle ilgili âdetleri Babil’dekilerine büyük benzerlik göstermektedir. İlk adım, damadın türlü hediyelerinin eşlik ettiği nişanlanmaydı. Ancak nişan tümüyle bağlayıcı değildi, çünkü ilk nişanlısının vermiş olduğu hediyeleri olduğu gibi geri vermesi şartıyla genç kızın, ailesinin rızası olsun veya olmasın, bir başka erkekle evlenmesinin yolu hâlâ açıktı. Evlilikte ise, damat gelinin ailesine (Hititçe kıışata) sembolik bir hediye verirdi. Babilonya’daki karşılığı tam olarak terhatu’dur. Fakat birçok nedenlerden dolayı, bu hediyeyi ‘gelinin bedeli’ ve Hititler ile Babil’de evliliğin “gelinin satın alınması” olarak bilinen bir orijine sahip olduğunun delili olarak değerlendirmek muhtemelen yanlıştır. Aynı zamanda gelin, babasından bir çeyiz (Hititçe iwa.ru) alırdı. Eğer bundan sonra evliliğin tamamlanması damat tarafından geri çevrilir ya da gelinin ailesi tarafından önlenirse, bu, anlaşmanın bozulduğu anlamına gelirdi: Nişanlılık iptal edilirdi ve suçlu taraf, damatsa kuşata‘sını geri alamayarak; gelinin ailesiyse kuşata’nın iki veya üç katı tazminat ödeyerek, cezalandırılırdı. Normalde evlenen çiftler birlikte bir ev kurardı, fakat bir başka düzenleme ise evlenen kadının babasının evinde kalmasıydı —ki bu âdet Asurlular arasında da vardı. Evliliğin tamamlanmasından sonra kadın tarafından yapılan zina ölümle cezalandırılırdı. Eğer kadın kocasının evinde yaşıyorduysa, öldüğünde çeyizi kocasının mülkü olurdu. Eğer kadın babasının evinde yaşıyorduysa, böyle bir şey gerçekleşmezdi —tabletin tam bu kısmı kırıktır, fakat öyle görünüyor ki çeyiz çocuklarına kalıyordu. Kanun, yakın akrabalar arasındaki evliliği yasaklayan ayrıntılandırılmış düzenlemeleri içermektedir. Bir erkeğin annesi veya kızı ve karısının annesi, kız kardeşi ve eski bir evlilikten olma kızı veya babasının bir başka evliliğinden olan karısı veya erkek kardeşinin karısı ile yaşadıkları sürece cinsel ilişkide bulunması yasaktır. Bu düzenlemeler arasındaki 193. hükümde, bir erkek ölürse dul kalan eşinin önce kocasının erkek kardeşi, sonra (tahminen erkek kardeşi ölürse) babası ve sonra eğer babası ölürse yiğeniyle evleneceği ifade edilmektedir. Bu hüküm içeriği itibarıyla açıkça yasaklanan konulara bir istisna oluşturur ve daha önce belirtildiği gibi bu buraya bir ifadeyle eklidir: “Cezalandırılabilir değildir”. Ancak bu kanun, İbranilerin ölen bir erkeğin çocuksuz eşiyle evlenmesi kardeşinin, o mümkün olmazsa babasının veya hayatta olan en yakın akrabalarından birinin görevi olduğunu bildiren evlilik âdetiyle (levirat) dikkat çekecek ölçüde benzerlik gösterir. Ölen erkeğin adı ve mirası bu birleşmeden doğan çocuklara geçerdi. Bu âdet, Yahuda ile Er (Tekvin XXXVIII) ve Rut ile Boaz (Rut IV) hikayeleriyle örneklenir. Amacının ölen kişinin ailesinin devamlılığını sağlamak, yani “isminin İsrail’den silinip gitmesini önlemek”tir (Çıkış XXV. 6). Babilliler ve Asurlular bu sonuca başka yollardan ulaşmak istediler ve tevrata ihtiyaç duymadılar. Fakat 193. hüküm, her ne kadar bir başka amaçla ilgili bölüme konulmuş ve açıkça kanunun bütünlüklü bir ifadesi olması amaçlanmamışsa da, bu âdetin Hititler arasında da mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. Buna benzer şekilde 190. hükümde babanın ölümünden sonra üvey anne ile cinsel ilişkide bulunmanın cezası olmadığı belirtilir, fakat bu yine muhtemelen eskiçağ toplumlarında yaygın olan bir âdetin var olduğuna işaret etmektedir, ki bu sayede erkek evlatlar babalarının eşlerini miras olarak alırlardı (kendi öz anneleri bunun dışındadır). Bir antlaşma metninde Hititlerde kız kardeş ile erkek kardeş arasındaki evliliğe izin verilmediği belirtilir. Ancak kanunlarda bundan hiç bahsedilmez.

Hititlerde her iki tarafın köle olduğu evlilikler geçerliydi. Böylesi evlilikleri düzenleyen altıdan az olmayan sayıda kanun vardır, fakat tuhaf bir biçimde değişik yorumların birbirlerine uymadıktan görülmektedir.

Alıntıdır.


AKREP

Nisan 20, 2022

AYAKLAR

Ayaklarındaki alıcılar hayvanın her türlü hareketi, sesi ve titreşimi algılamasını sağmaktadır. Bu alıcılar o kadar hassastır ki, akrep, yakınındaki bir canlının kumda neden olduğu titreşimleri, saniyenin 1/1000’i kadar bir sürede algılıyabilir.

BEYİN

Başından kuyruğuna kadar uzanan 15 sinir düğümünden oluşan bir beyin yapısına sahiptir. Beyinin bu yapısı hayvanın süratli karar alma, refleks ve gerekli emirlerin organlara ulaştırılması için büyük bir avantaj sağlar.

ZEHİRLİ MIZRAK

Akreplerin bazen insanı bile öldürecek derecede olan kuvvetli zehirleri vücutlarının arka tarafında bulunan mızrakları vasıtasıyla düşmanlara aktarılır.

KISKAÇLAR

Akrebin kıskaçlarının görevi, kurbanlarını iğnesiyle sokmadan önce etkisiz hale getirmektir. Ayrıca kıskaçlar vasıtasıyla kumu kazıp yer altına gizlenebilirler.

GÜÇLÜ ZIRH

Vücudunu bir zırh gibi saran kabuğu, onu yalnız düşmanlarından değil, radyasyondan bile koruyacak kadar dirençlidir. İnsan vücudunun radyasyona direci 600 rads dolayındadır. Oysa akreplerde bu direnç 40-150 bin rads’a kadar yükseliyor.

CİĞERLER

Karınlarında sekiz adet nefes deliği bulunur. Bunlardan sadece biri açık olsa bile hiç zorlanmadan nefes almaya devam eder. Güçlü ciğerleri sayesinde iki gün suyun altıda rahatlıkla kalabilir.

KARIN BÖLGESİ

Dişi akrebin karnı tarak adı verilen çok duyarlı organlarla kaplıdır. Bunlarla toprağın sertlik düzeyini tespit eder ve yumurtaları bırakmak için en uygun yeri belirler.

Alıntıdır.