TÜRK MİTOLOJİSİ’NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR – 40

Kasım 18, 2022

MAGARA İYESİ

Mağaraları koruyan ruhlara genel olarak verilen isimdir. Türklerde mağaralar gizemli hatta kutlu mekanlardır. Örneğin kısır kadınlar mağaralarda duvarlardan damlayan suları içtiklerinde çocuk sahibi olacaklarına inanırlardı. Ata mağaraları da ataların ruhlarının barındığı veya ziyaret ettiği yerler olarak algılanırdı. Dolayısıyla Mağara İyesi’nin bu ata ruhlarıyla alakalı olduğu düşünülür.

MAL İYESi

Atların ve sığırların koruyucu ruhudur. Türkler  ahır  hayvanlarını genelde dört türü esas alarak sınıflandırırlar: Atlar, inekler, koyunlar ve develer. Bu hayvan türlerinin bazıları farklı bölgelerde doğal koşullara uyumları ve beslenme kolaylıkları ölçütünde kısmen veya tamamen diğerlerine göre daha fazla yetiştirilirler. Mal kavramıysa aslında bu grupların tamamını kapsar. Ancak kimi yörelerde yalnızca büyükbaş hayvanlar (at ve inek) veya sırf inekler için kullanılır. Mal İyesi’nin hayvanlarla birlikte otlağa gittiği ve geri döndüğü, çoban başlarında yokken onlara göz kulak olduğu ve dağılmalarını engellediği, onları bir arada tuttuğu söylenir.

1. Davar (Tavar) İyesi: Koyun sürülerinin koruyucu ruhu.

2. Sığır (Sıyır) İyesi: İnek sürülerinin koruyucu ruhu.

3. Deve (Teve) İyesi: Develerin koruyucu ruhu.

4. At (Yunt) İyesi: At sürülerinin koruyucu ruhu.

MANAS

Heybetli, görkemli, büyük demektir. Ayrıca bu sözcük huy, mizaç, karakter anlamlarına gelir. Dolayısıyla sağlam karakteri  ifade eder. Ural- Kırgız destan kahramanı. Kırgızların bir ulus haline gelmelerinde büyük bir etkisi  olmuştur.  Hatta  adını taşıyan  destanın kendisi  bile  Kırgızları  bir  araya getirerek ortak  bilinç  aşılayan bir etkendir. Babasının adı Çakıp’tır (Cakıp/Yakıp/Yakup). Destana göre Manas annesinin karnında on ay kalmıştır. Anadoluda karşısındakinin kendisini üstün görmesini eleştiren “Sen on aylık mısın?” sorusuyla bu motif ilginç bir benzerliğe sahiptir. Doğarken elinde bir kan pıhtısı tutmaktadır.  Pek çok Türk söylence kahramanı gibi o  da bir günde bir yaşına gelir. Altı yaşındayken güreşmeye başlar. Yedi günde yedi yaşına ulaşır. İlerleyen yıllarda büyük bir savaşçı olur. Ayrıca öldükten  sonra tekrar dirilişi  anlatılır.  Yanında kırk yiğidi vardır ve bunların da kendi aralarında bir hiyerarşi bulunur. Manas’ın atının adı “Ak-Kula” ve zırhının adı ise “Ak-Kübö” olarak geçer. O yüzden şöyle denir: ‘Ak-Kula’ya at erişmez/Ak-Kübö’ye ok işlemez:’ Manas’ın karısı Kanıkay Hanım’ın da savaşçı Kırk-Kız’ı vardır.  Manas dünyanın en uzun destanlarından biridir (kimi görüşlere göre en uzundur) ve aslında üç bölümden oluşur: Manas, Semetey ve Seytek. Yani Manas’ın oğlu olan Semetey’le, Semetey’in oğlu (Manas’ın torunu) Seytek’in serüvenleri de öyküye dahildir. Birinci bölümde birlik fikri vurgulanır, ikinci bölümde kavga ve anlaşmazlıklar ele alınır, üçüncü bölümdeyse karmaşa ve dağılmaya neden olanların cezalandırılmaları anlatılır. “Manasçı” adı verilen destanı okuyucuları tarafından ezberlenir ve nesilden nesle aktarılır.

MANKURT

Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bir kavramdır. Genel bir tabirle “bilinçsiz köle”  demektir.  Mankurt  haline  getirilmek istenen kişinin başı kazınır, ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir ve başı mengene gibi sıkar. Bunun sonuncunda insana inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Ters yönde uzamaya başlayan saçlar onun büyük  acılar  çekmesine  sebebiyet verir. Böylece bir müddet sonra hafızasını yitirir, düşünemez  hale gelir. Hatta anne-babasını bile tanımaz. Efendisi  ne  söylerse  itaat eder. Her isteneni sorgulamadan yerine getiren bilinçsiz bir köleye dönüşür. Ünlü yazar Cengiz Aytmatov’un 1980 yılında yazdığı “Gün Olur Asra Bedel” adlı eserinde, Kırgız destanlarından yararlanarak yeniden işlediği bir kişiliktir. Anlatılan  öyküde  Mankurt  nihayet kendi annesini öldürür.  Kitabın ardından  tüm  dünya literatüründe ilgi gören bu kavram siyasi sistemler içerisinde öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren, kukla haline gelmiş zavallı insan tipini simgeler. O geçmişiyle bağlarını koparmış, hafızasız kalmıştır, aklını başkalarının insafına terk etmiştir. Yani düşüncesi, anlayışı ve hatta vicdanı artık özgür değildir. Dolayısıyla bir anlamda yaşayan bir ölüye dönüşmüştür.

MAY ANA

Varlık tanrıçası. İnsanların koruyucusu, kollayıcısı ve gözeticisidir. Göğün üçüncü katında oturur. Kırk başlı bir kadındır. Kimi yerlerde gümüş saçlı sarı bir kadın olarak betimlenir. Evini havada kurar ve çocuklarını orada doğurur. Yay ve okuyla kötü ruhları çocuklardan uzak tutarak onları korur. Bayanay’la aynı kişilik olduğu öne sürülür.

MENERİK

Şaman hastalığı. Bir kişi bu hastalığa yakalanınca ağzından kan gelir ve böylece şaman olur. Şamanlığa doğuştan gelen bir yeteneği olan kişilerde görülen ve coşkuya (vecde, transa) erişmesini sağlayan sinirsel hastalığa denir. Altaylarda Şamanlık, soydan gelen (kalıtsal) bir özellik olarak görülür ve özellikle çocukluk çağında saraya benzer nöbetlerle ortaya çıktığına inanılır. Meneriğe tutulan aday önce büyük bir yorgunluk hisseder; gövdesi kasılıp titrer, bedeni hissizleşir, göğsü daralır, tuhaf sesler çıkararak ağlar, gözleri döner. Sonra aniden sıçrayarak ayağa kalkar ve deli gibi dönmeye başlar. Nihayet ağzından köpükler saçarak yere yığılır. Bu durum birkaç gün hatta birkaç hafta sürer. Yakutlarda Şaman olacak kişi ormanlara kaçar, kendisini ateşe veya suya atmak ister. Sonunda davulunu alıp çalmaya başladığında dinginleşerek kendine gelir. Kendisine bu görev verildiği halde Şaman olmak istemeyen kimselerin ya delirdiği ya da genç yaşta öldüğü söylenir. Şamanlığı bırakan kişilerde bu hastalığın yeniden başladığı pek çok defa kaydedilmiştir.

MERGEN

Akıl tanrısı. Aklı ve zekayı temsil eder, bilimi ve felsefeyi simgeler. Bilgedir, hikmet sahibidir ve insanlara bilgelik verir. Her şeyi bildiği için her şeye gücü yeter. Göğün yedinci katında oturur. Oku ve yayıyla betimlenir. Bilgeliğiyle attığı ok hedefini şaşırmaz. Türk halk kültürü içerisinde hedefini kendisi bulan ok motifine masallarda zaman zaman rastlanır.

MİTE

Bit cadısı. Üstü başı pislik içinde ihtiyar bir kadın kılığındadır. Bazen 12-13 yaşlarında bir çocuğa dönüşüverir. Ormanlarda ve dağlarda yaşar. İnsanların arasına girip dolaşarak genç ve saf kızları kandırıp evine götürür. Sonra da onlara başındaki bitleri ve pireleri temizletir. Kızların dizkapaklarından kanlarını emer ve birkaç gün sonra öldüklerindeyse onları yer. Etrafına  uyuz  hastalığıyla  bit ve pire saçar. İnsanların yabancılara inanarak bilmediği yerlere gitmemesi gerektiğini vurgulayan bir motiftir.

NİGEZ İYESİ

Ev ruhu. Evin temelinin koruyucu ruhudur ve yapının sağlam durmasını sağlar. Depremlerde evi koruduğuna inanılır. Yangın çıktığında veya eve hırsız girdiğinde gürültü çıkararak evde yaşayanları uyandırır. Hatta uyanmadıklarında ev sahiplerinin ayaklarını çekiştirdiği bile söylenir. Bodrum katta yaşar ve orada un eler, yün veya keten eğirir. Yukarıya yalnızca geceleri çıkar. Her insan onu farklı kılıkta görür, ancak genel  olarak  orta boylu,  ak yüzlü, buruşuk derili, ak elbiseli, hafif kambur bir kadın olduğunu söylenir. Bazen gece yarısı uyanan insanlar evin içinde yürüme veya nefes alma sesleri duyarlarsa işte bu sesler ona aittir. Hatta o, beşiğinde ağlayan bebeği sallar, bulaşık yıkar. Bazen uyuyan kadınların saçlarını bile örebilir, sabah uyandığında bu durumu fark eden kadının örgüyü sökmesi iyi karşılanmaz, kendi kendine çözülmesini beklemek gerekir.

Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.