Kavimler Göçü ve Hunların Rolü
Tarih boyunca çok büyük nüfus hareketleri yaşanmıştır. Yaşanan bu hareketlilik dönemin ve gelecek tarihin siyasi, sosyal, iktisadi, askeri yapılarını derinden etkilemiştir. Tarihteki Hun kitlelerinin göçü de etki alanındaki batı dünyasını özellikle de Bizans İmparatorluğu ve Batı Roma’nın iskân politikalarını derinden etkilemiştir. Bu büyük göç her iki imparatorluğun nüfusunda ve demografik yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Bu etki sadece göçün yaşandığı yüz yıllarla sınırlı kalmayıp daha sonraki dönemlerin nüfus politikaları üzerinde de belirleyici etken olmuştur. Hun idaresinde Ho-han-yeh’in başa geçtiği tarih olan M.Ö 58, aynı zamanda çöküş sürecinin başladığı dönem olmuştur. Özellik Tanhu Tsü-ti-hou (Chu-t’e-ho) zamanından itibaren (M.Ö. 101-96 ) başarılı akınlar kesilirken aynı zamanda zengin güney batı toprakları (Tanrı dağları-Cungarya, Turfan, Yarkent, Kuça vb.) işgale uğramıştır. Bu durum ekonomik olarak devleti zayıflatırken baskı altından kurtulan Çin’in o güne kadar ödediği hediye ve vergi gibi ekonomik destekte kesilmiş oldu. Kurtuluş yolu olarak Çin’in himayesine girmeyi gören Ho-han-yeh ‘in düşüncesi kardeşinin sert tepkisine neden olurken anlaşmazlık devletin bölünmesine neden oldu. Çiçi’nin egemenliği altındaki topluluklar daha önceden Altaylara gelen Türk toplulukları ile beraber Batı Türkistan’a doğru ilerlediler. Çi-Çi iktidarının son bulması sonucunda Türk kitleleri mekânsal olarak dağınık bir şekilde Aral gölü, Kafkasların kuzeyi, Soğdiyana (Seyhun ötesi), Dinyeper Nehri civarlarında varlıklarını devam ettirmişlerdir. Tanhu Yu (M.S.18-46) zamanında tekrar bir toparlanma süreci yaşansa da ölümüyle birlikte istikrarsızlık yeniden başlamıştır. M.S 46 yılında başa geçen amcası Pu’nun iktidarını tanımayan Pi, tabiileriyle birlikte kuzeye çekilmesi sonucunda Hunlar bölünmüş oldular. Kuzey Hunlarının 155 yılında dağılması sonucunda Hun topluluğu batıya doğru göç etmeye başladı. Burada, daha önce Güney Kazakistan bölgesine gelmiş olan Çi-Çi kalıntıları ile birleştiler.
Yazılı kaynaklarda Hun adına ilk olarak Çin kaynaklarında M.Ö. IV. Yüzyılda rastlanılmaktadır. Uzun zaman Doğu’dan gelen kavimlerin tamamı gerek Bizans gerek Ermeni gerekse de Latin tarihçiler nezdinde İskit adıyla tanımlanmıştır. Suriyeli kaynaklarda ise bazen Hunlar için kullanılan tanım Ostrogotlar olmuştur. Alanların mağlup edilmesine kadar geçen sürede ne doğulu ne de batılı kaynaklarda batıya doğru göç eden bu Hun kitleleriyle ilgili bilgiler yoktur. Konunun ilgilisi bilim adamları tarafından Moğol, İslav, Kafkas kavimlerinin bir kolu olarak farklı farklı milletlerle ilişkilendirilmiş hatta Germen soyundan oldukları yönünde irtibatlar kurulmaya çalışılmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde Avrupa Hunlarının Asya Hunlarının torunları oldukları açıklığa kavuşturulmuştur.
Alanların, Hun kitleleri tarafından itilmesiyle başlayan batı yönlü hareket, Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan topluluklarda kaosun yaşanmasına neden olurken hun idaresini kabullenmeyen topluluklar varlıklarının devamını sağlamak için batıya doğru göç etmek durumunda kaldılar. Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan toplumlar üzerinde derinden tesirler bırakan Hunlar, bu milletlerin hatıralarında ve kaynaklarında olumsuz olarak tanımlanmış şekilde yer etmiştir. Dönemim şahitlerinin verdiği bilgiler yaşanılan korkular çerçevesinde değerlendirilmelidir. Yurtlarını terk etmelerinin ve büyük acılar yaşamalarının müsebbibi olarak gördükleri Hunları, yaşam tarzlarını küçümseyici ve aşağılayıcı dış görünüşlerini çirkinleştirici, varlıklarını ise efsanelere dayandırdığı bir topluluk olarak mağlupları tarafından aktarılmıştır.
Hunların batı yönündeki kitlesel göçleri başlamadan önce Karadeniz’in kuzeyini oluşturan coğrafyada birçok farklı millet yaşamaktaydı. Volga’dan Fin Körfezine uzanan topraklarda birçok Fin kavmi yaşarken, Aral gölü ile Don ırmağı arasındaki bölgede de Alanlar bulunmaktaydı. Don ırmağı ile Dinyester ırmağı arasındaki bölge, Ostrogoların hâkimiyet sınırlarını oluştururken, bunun batı bölümünde ise Vizigotlar yaşamaktaydı. Transilvanya ve Galiçya’da Gepidlerin, günümüz Macaristan topraklarında bulunan Tisza nehri civarları ise Vandalların etkisi altındaydı. Tanrı dağlarından Tuna nehrine kadar uzanan geniş alanda hâkimiyet kuran İskitler, M.Ö II. yüzyılda Doğusunda Sarmatların Batısında ise Gotların baskısına karşı duramadılar ve hâkimiyetlerini kaybettiler. İskit bölgesinde hâkimiyeti ele geçiren Sarmatlar ise MS. II yüzyıla kadar Karadeniz’in kuzeyinde varlıklarını devam ettirdiler. Bu bölge MS 180’li yıllarda Baltık denizi kıyısındaki yurtlarını terk ederek doğuya yönelen Gotların hâkimiyeti altına girdi. Gotlar burada iki gruba ayrılarak Ostrogotlar ve Vizigotlar adıyla ayrı ayrı devletler olarak tarihin sahnesindeki yerlerini aldılar.
Kavimler Göçünün Nedenleri
Kısaca tanımlarsak; IV. Yüzyıl ile VI. Yüzyıl arasında Hunların Aral Gölü ile Hazar Denizi arasındaki bölgeden Avrupa yönünde ilerlerken önlerine çıkan barbar kavimlerini yerlerinden etmesiyle sonuçlanan olaya kavimler göçü denilmiştir.
Kavimler göçü sonuçları bakımından devrin imparatorluklarını parçalayıp yıkacak kadar güçlü, devletlerin etnik ve demografik yapılarını değiştirecek kadar da tesirli özelliklere sahiptir. Hun kitlelerinin başında, onları hedefe ulaştırma konusunda kitleleri disiplin içinde sevk ve idare eden güçlü yöneticilerin varlığı en önemli etkenlerden biri olmuştur. Göçün batı yönünde gerçekleşmesinde, yaşadıkları Orta Asya’nın coğrafi yapısı yol ve yön gösterici olmuştur. Topluluğun izleyeceği güzergâh doğudan batı yönlü istikametine doğru planlanmıştır. Bunun için izlenecek yol ise siyasi ve coğrafi nedenler dikkate alınarak halkını güvenli şekilde ulaştırabileceği Kuzey Yoludur. Bu hat hem Ural dağlarından Orta Avrupa’ya kadar iklimsel olarak benzer coğrafi özellikler taşımaktadır hem de kitlelerin ilerlemesine engel teşkil edecek Çin, İran Bizans gibi siyasi ve askeri yönden güçlü devletlerin tehdit alanlarında bulunmamaktadır.
Halkın Besin İhtiyacının Karşılanamaması
Hunların büyük göçten önce yaşamış oldukları Orta Asya coğrafyası oldukça zor iklim koşullarına sahip sert bir coğrafyadır. İklimin tarım alanlarını kısıtladığı bu zorlu coğrafyada sahip olunan hayvanlar en büyük geçim kaynağı durumundaydı. Bozkır coğrafyasının soğuk iklimi kıt imkânlar sunarken kalabalık kitlelerin ihtiyaçlarının büyük bölümünü sağlayan hayvancılık, yaşamın temel kaynağı konumuna gelmişti. Var olan topluluğu bir arada tutabilmek için onları doyurmak gerekiyordu. Bu nedenle zengin otlaklara sahip olma isteği boyların kendi aralarındaki iç mücadelesinin en önemli nedenlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Bu nedenler ise yeni otlaklara ulaşmayı zorunlu kılmıştır. İdil boylarında 4 asır kadar yurt tutan Hunların nüfusları bu süre zarfında artmış, hayvanları çoğalmış, idil boyları kalabalık Hun kitlesinin ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmişti. Geniş topraklara ve verimli otlaklara ihtiyaç vardı.
Toplumların nüfusu yaşam şekillerine ve ihtiyaçlarına göre şekillenmektedir. Göçebe yaşam tarzına sahip Türk toplulukları için insan sayısının fazlalığı coğrafyanın ve diğer topluluklarının zorluklarına ve tehditlerine karşı koymanın bir unsuru olarak görülmüştür. Yaşadıkları sahalar değişmemesine rağmen nüfusun hızla artması ve geçimin temel kaynağını oluşturan hayvan sayılarında görülen artışlar sabit kaynakların ihtiyaca cevap verememesine neden oluyordu. Özellikle sınırlı otlaklara sahip olmak Türk boylarının karşı karşıya gelmesinin en önemli nedeni ve doğurduğu sonuçlar bakımından ise en ciddi olanıydı.
Taht Mücadeleleri ve Dış Baskılar
Orta Asya Türk devletlerinde devleti kimin yöneteceği konusu belirli bir kurala bağlı değildi. Hanedana mensup olan bireyler tahta çıkma konusunda eşit haklara sahiplerdi. Bu durumun sonucu olarak güçsüz hakanlar döneminde devletler zayıflamış, bölünmüş ve yok olmuşlardır. Taht için mücadele veren hanedan üyeleri yeni hakanın egemenliği altına girmeyerek başka bölgelere taraftarlarıyla göç etmişlerdir. Geçmiş dönemlerde Ho-han-yeh ve Çi-Çi arasındaki mücadele en somut örneklerden birini oluşturmaktadır. Hun devletinde iktidar mücadelesi Ho-han-yeh ve kardeşi Çi-Çi arasında meydana gelmişti. Hun devletinin bu dönemde içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı ve askeri yönden zayıf durumda olması gerek içten gerekse de dıştan gelen ağır baskılara karşı gerekli mücadeleyi vermesine engel olmuştur. Çin’in başarılı şekilde uyguladığı Hun prensleri arasını açmaya yönelik siyaseti sonucunda Tanhu Ho-han-yeh’i Çin idaresine girme yönünde eğilim göstermesine neden oldu. Alınan bu karar onu kardeşi Çi-Çi ile karşı karşıya getirdi. Ho-han-yeh Çin’in egemenliği altında kuzey batı sınır bölgesine yerleşti. Çi-Çi ise taraftarlarıyla birlikte batıya doğru yöneldi. Devletinin merkezini de Batı Türkistan’a kaydırdı.
Roma İmparatorluğu’nun Zenginliklerinden Faydalanma İsteği
Roma İmparatorluk toplumunun yaşam şartları, sınırların dışında bulunan barbar kavimleri için dikkat çekici bir özellik göstermekteydi. Göç toplulukları arasında siyasi veya demografik nedenlerden olduğu gibi Roma ekonomisinin sahip olduğu zenginliklerinden yararlanmayı amaçlayan kitlelerde mevcuttu. Roma sınırına yakın olan topluluklar yaptıkları ticaret sayesinde ekonomik olarak güçlenirken İmparatorluğun sahip olduğu zenginliklerini yakından görme imkânı buluyorlardı. Roma Halkı’nın sahip olduğu zenginlikler ve refah içindeki yaşamları imparatorluğun gücüyle birlikte topluma güven ve huzur içinde oldukları yaşam olanağı sağlanmaktaydı. Barbarlar sahip olmadıkları bu yaşam şekline hayranlık besliyorlardı. Bu imkânlardan yararlanmak için imparatorluğa çiftçi, asker, olarak kabulleri yönünde isteklerde bulunuyorlardı. Barışçıl bir istila gibi yaşanan süreç zaman içinde büyük ve kalabalık kitlelerin hareketine dönüştü. İmparatorluk sınırlarında biriken kalabalıklar büyük bir basıncın oluşmasına neden oldu. Barbar kavimleri, içinde bulundukları ve farklı farklı meslek sınıflarında yer aldıkları imparatorluğun sahip olduğu zenginliklerden yararlanırken aynı zamanda imparatorluğun zayıf ve güçsüz yönlerini de keşfetmiş oluyorlardı.
Kavimler Göçü Başlama Süreci
Hunların Tanhu Tsü-ti-hou (Chu-t’e-ho) zamanından itibaren (M.Ö. 101-96) Akınlarının zayıflaması üzerine, özellikle zengin (Tanrı dağları-Cungarya, Turfan, yarkent, Kuça vb.) toprakları düşmanlar tarafından istilalara açık hale gelmiştir. Bu durum Çin’in ödediği vergi ve hediyelerinde kesilmesi anlamına gelmekteydi. Ekonomik yönden zayıflamış askeri açıdan güçsüzleşmiş devletini kurtarmanın çözümü olarak dönemin Tanhusu Ho-han-yeh Çin’in himayesine girmede görüyordu. Bu kararı kardeşi Çi-Çi ve taraftarlarınca “gülünç ve utanç verici” olarak tepkilerine neden oldu. Çi-Çi kendine tabi olanlarla birlikte ayrılıp batıya doğru yöneldi. Bu parçalanmışlık durumu Çin üzerindeki baskının da kalkması anlamına gelmekteydi. Çin hâkimiyetini kabullenmiş olan Hunlar Hohanyeh’in oğlu Yu döneminde güçlü duruma geldi. Ancak Tanhu Yu’nun ölümünden sonra yaşanan siyasi çekişmelere kuraklık ve kıtlık gibi doğal felaketlerin neden olduğu iktisadi sıkıntıların eklenmesi Hunlar arasında huzursuzluğu arttırdı. Pu M.S 46 yılında Tanhuluğunu ilan edince bunu tanımayan yeğeni Pi taraftarlarıyla birlikte kuzeye doğru çekildi. Bu durum Hunları bir daha birleşmemek üzere ayırmış oldu. Kuzey Hunların hâkimiyet alanlarında ekonomik yönden zengin şehirler bulunmaktaydı. Çinlilerin ve onlarla birlikte hareket eden Sien-pi’ler MS.93 yılına gelindiğinde uyguladıkları baskı ve saldırılar katlanılamaz bir hal aldı. Bu durum karşısında Batı Türkistan’da kalan son topluluklarda batıya göç ettiler.
Asya Hunları’nın Orta Asya’daki hâkimiyetlerini kaybetmesi neticesinde Avrupa Hunlarının batıya göçü başlamıştır. Hun topluluğu Hazar Denizi ile Aral gölü arasında kalan bölgeye yerleştiler. Kafkasya’nın kuzeyinde İtil –Ten ırmakları arasında hâkimiyet kuran İran asıllı olan Alanlar hüküm sürmekteydi. Alanlar hakkındaki bilgiler oldukça azdır. Batılı tarihçilere göre İran menşeili olarak kabul edilmektedirler. Çinliler Alanlar için “An-tsi” ismini kullanırken Romalıların kullandıkları isim “Alani” dir. Bizanslılar ise bunlar için “ Asioi” ismini kullanmışlardır M.Ö. I. Yüzyılın ortalarında Don nehri civarına gelen Alanlar burada yaşayan Sarmatlar’ı yerlerinden ederek Don ve Aral Gölü arasında hâkimiyetlerini kurdular. Hunların batı yönlü hareketinin başlamasıyla birlikte Alanlar Hun akınlarına karşı koyamadılar ve mağlup olarak topraklarını terk edip batıya yönelmek zorunda kaldılar.
Yapısal olarak göçebe olan Alan kavmi sürüleri için yılın ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde verimli otlaklar bulmak amacıyla göç ederlerdi. Alanlar Kırım’da bulunan boğaza yaptıkları saldırılar ile Ermenistan ve Media topraklarına düzenledikleri saldırılar nedeniyle Romalılar tarafından saldırgan ve acımasızlıklarıyla biliniyorlardı.
Avrupa Hunlarının, Batı Türkistan’da doğudan gelen Hun göçleriyle birlikte zaman içerisinde sayıları artmıştı. İklimde meydana gelen değişiklik göçebe hayatını yeni yerlere göçe zorlarken buna Uar-Hunların baskısı eklendi. Hun topluluğunun bu zorunluluklar karşısında 350 yılında batıya doğru göç hareketi başlamış oldu. Karşılarına çıkan Alanları 370 yılında yaptıkları mücadelede mağlup ettiler. Alanların büyük bölümü meydana gelen mücadelede katledildi. Hun saldırıları sonucu dağılan ve kaçan Alanların bir bölümü Kafkasya’daki dağlık alanlara sığınarak hayatlarını ancak kurtarabildiler. Avrupa’nın doğusunda oldukça önemli bir güç konumunda olan Alanların mağlup edilmesiyle Hunlar, Avrupa topraklarına girmiş oldular.
Ammianus, Alanlarla yapılan bir anlaşma sonucunda Tuna boyunda yenilgiye uğrayan Alan güçlerinin büyük bir bölümünün müttefik olarak kabul edilip yapılan akınlarda öncü birlik rolü üslendiklerini belirtmiştir. Alanların yurtlarından sürülmesinden sonra Hun güçleri saldırılarının yönünü Volga nehrine doğru çevirdiler. Karadeniz’in kuzeyindeki bu bölgede M.S.180 yıllarında Baltık denizi kıyısından göç etmiş Dinyester ırmağının ikiye ayırdığı bölgede Doğu Gotlar (Ostrogot) ve Batı Gotlar (Vizigot) yaşamaktaydı. Hunlar ilk olarak 374 yılında Avrupa topraklarında göründüler. Hun başbuğu Balamir, önce kısa süren çarpışmaların ardından Don ve Dinyester ırmakları arasındaki Ostrogot Devleti’ni yıktı (374).Yenilgiyi kabullenemeyen kral Ermanarich intihar etti. Yerine geçen Vithimiris defalarca yenilgiye uğramasına rağmen mücadeleyi sürdürmeye çalışmışsa da Hun askerleri tarafından vurularak öldürüldü. Vithimiris ölümü sonucunda başa geçecek nitelikte kimse olamadığından komutanları Alatheus ve Saphrax savaşın devamının sonuç getirmeyeceğine karar verdiler. Got halkının bir bölümü kurtuluşu batı Gotlarına sığınmada görürken büyük bölümü ise Hunların hâkimiyetini kabullenerek idareleri altında yaşamayı seçtiler. Gotların Hun saldırıları sonucu yıkılmasının dehşeti ve korkusu sonucunda Batı Gotları yurtlarını terk ederek önlerine gelen kavimleri iterek yerlerinden ettiler. Kavimlerin Hun saldırıları sonucu içine düştükleri bu kargaşa ve dehşet ortamı Roma İmparatorluğu’nun kuzeyindeki toplulukları darmadağın etmiş ve İspanya’ya kadar uzanmıştı. Hun saldırı karşısında Alan ve Ostrogotların boyun eğmesi, Vizigotların ise yurtlarını terk etmek zorunda kalmaları Hunları Ural’dan Karpatlara uzanan bölgenin hâkimi haline getirdi. Avrupa’nın demografik yapısını değiştirip yeniden şekillendiren kitlelerin korkuya dayalı büyük hareketliliğine neden olan “Kavimler Göçü” böylece başlamış oldu. Hun saldırılarını engelleyecek doğal bir setten mahrum olan Roma İmparatorluğu topraklarına uzaklardan gelen Hun güçlerinin saldırıları karşısında çaresiz kalarak göçü durdurmaları mümkün olmayacaktı.
Hunların saldırıları karşısında başarılı olamayan önce Alanlar sonra Gotlar ülkelerini Hunlara terk etmek zorunda kaldılar. İlerleyen Hun güçleri Romanya, Moldavya ve Erdel bölgelerinde yaşayan Vizigotlar ile karşı karşıya geldiler. Hun tehdidinin yaklaştığını anlayan Vizigot Kralı Athanarik, Hunların saldırılarına karşı Dinyester nehri sahilinde savunma hattı oluşturdu. Savunma stratejisi yeni karşılaştıkları düşmanlarını durdurma etkili olamadı. Atı ve hareket halinde ok kullanma konusunda oldukça mahir olan Hun savaşçılarına karşı savunmada kalarak mücadele etmek mümkün değildi. Hun güçleri karşısında ağır bir mağlubiyete uğradı. Vizigot Kralı Athanarik ise kendisine sadık kalan küçük bir grupla Macaristan’a kaçarak hayatını kurtardı. Gotların büyük kitlesi ise Athanarik rakibi olan Fritigern’e tabi oldular. Bizans imparatoru Valens ile ayni mezhepten olan Fritigern bunun sağladığı avantaj ve barışçıl özelliklerini kullanarak imparatorluğun topraklarına kabullerini elçiler aracılığı ile iletti. Tuna nehrinin kuzeyinde bulanan kıyılarında yığılan kalabalık topluluk askerlere yalvararak geçiş izninin bir an önce verilmesini istiyorlardı. Bu dönemde sarayda başta imparator Valens olmak üzere yönetim Themistios’un etkisi altındaydı. Themistios’a göre imparator Tanrının dünya üzerindeki kopyası olduğundan vazifeleri çok büyüktü. Roma sınırları dışında bulunan Barbar gruplarının kazanılması ilahi düzenin yeryüzündeki uygulayıcısı olan imparatorluğun yöneticisine aitti. Bunları öldürmek bu düşünceye göre yanlış olup onların imparatorluğa kazandırılarak ıslah edilmesi gerekiyordu. Bu düşünce meclise getirildiğinde büyük tartışmalara neden olmuştur. Askerler bu kalabalık Got kitlesinin kabul edilmesinin büyük sorunlara neden olacağından endişe ederek karşı durmuşlardır. Eunapios askerlerin itirazlarına neden olan bu karşı duruşun mecliste gördüğü tepkiyi şu şekilde aktarmıştır “İmparatorun lütfuna nail olanlar arasında baş mevkiyi işgal eden ve müşaverede sözleri en ziyade itibar gören kimseler, bunlar iyi askerler, fakat politikadan anlamıyorlar” diyerek onları susturdular. Themistios’ta bu fikirlerin oluşmasındaki en önemli etken daha önceki dönemlerde Anadolu’da iskân edilen Galatların, zamanla isimleri aynı kalmasına rağmen hayat tarzları, kanunlar karşısındaki durumları, askerlik vazifeleri, memurluk görevleri, vergi sorumlulukları bakımından hiçbir fark olmaksızın Romalılaşmasına dayanmaktaydı. Gotların kabul edilmesini sağlayan diğer nedenler ise imparatorluk ordusunun asker ihtiyacını karşılayacak nitelikte bir kaynak durumunda olması aynı zamanda boş olan arazilere gelenlerin iskânlarının sağlanarak arazilerin işletilmesini sağlayacak tarımsal iş gücü kaynağı olmasıydı. Eyaletlerde yerleşik olarak yaşayan vatandaşlar ise ordunun askere olan ihtiyacı kalmayacağından vergi vererek hem ekonomiye büyük katkı sağlanmış olacak hem de askerlikten muaf olacaktı. Bu şartlarda Moesia’da iskâna tabi tutulan Got sayısının içinde abartıda olsa dört yüz ile beş yüz bin civarı kişiden söz edilmektedir. Gelen topluluk içerisinde en az yarısı asker olma vasfı taşımaktadır. Buradan Anadolu’ya büyük bir grubun gemilerle taşınıp iskânı gerçekleştirildi. Gotlara kötü muamele yapılıyordu ve yiyecek ihtiyaçları da karşılanmıyordu. Eşlerine ve çocuklarına yüksek mevki sahipleri tarafından kötü muamelelerde bulunuluyordu. Yapılan bütün şikâyetlere karşı duyarsız ve isteksiz davranılması isyan etmelerine neden oldu.
Alan gruplar ve Hunların da desteğinin alınması sonucunda oldukça güçlü konuma gelen Gotlar ve beraberindeki güçler, Trakya ya doğru hareket ederek geçtikleri yerleri yağmalayarak yönlerini Constantinopolis’e çevirdiler. İran seferinde olan İmparator Valens’e bu haber ulaşınca hemen geri dönmek için hareket etti. Ancak Edirne de (Adrianapolis) imparatorun ölümüyle sonuçlanan savaşta çok ağır bir yenilgi yaşandı. Gotlar iyi şekilde surlarla korunan Adranapolis’e ve Constantinopolis’e kuşatacak askeri donanımdan yoksun olduklarından buraları ele geçirme noktasında başarı sağlayamadılar. Got güçleri tarafından Trakya ve Illyricum’un işgal edilip ele geçirilmesi neticesinde coğrafi olarak Doğu Romanın Batı ile irtibatı kesilmiş oldu.
400 yılında Hunların başında Uldız bulunmaktaydı. Bu dönem aynı zamanda Hun dış politikasının esaslarının temellendirildiği dönem olmuştur. Uldız’ın Doğu Roma elçilerine yönelik “güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her tarafı fethederim” sözü, uygulamada Doğu Bizans üzerinde sürekli baskı ve tehdit oluşturma şeklinde gerçekleşirken Batı Roma ile dostane ilişkiler kurma esasına dayanan politik bir hedef halini almıştır. Hunların saldırıları sonucu Batı Roma yönünde hareket eden ve imparatorluk topraklarına saldıran barbar toplulukları, aynı zamanda Hunlara karşı düşmanlık güden aynı topluktan olması Batı Roma ile dostane ilişkilerin oluşmasına neden olmuştur. Uldız dönemiyle birlikte kavimler göçünün birincisine göre daha güçlü ve etkili olan ikinci dalgası başlamış oldu. Hunlar ve öncü güç olarak kullandıkları Got güçleri Tuna’nın aşağı bölgelerine doğru harekete geçtiler. Önlerine çıkan Sarmatlar kurtuluşu Bizans topraklarına girmekte buldular. Korku içindeki Asding Vandalları, Vizigotlar, Saksonlar, Burgonlar, halklarının oluşturduğu insan seli Batı Roma topraklarına doğru kurtuluş umuduyla hareket etmiştelerdir. Bu topluluklar içine düştükleri korku nedeniyle yerleşecekleri yerlerin Avrupa’dan denizle ayrılmış bölgelerine geçerek güvenliklerini sağlamaya çalışmışlardır. Birincisinden daha şiddetli olan bu göç dalgası Vandal’ları, Sueb’leri, Kuad’ları, Burgondları, Sakson’ları, Alaman’ları Roma topraklarına akın ettirirken Batı Roma İmparatorluğu barbarların istilalarına engel olamayarak çaresizlik içine düşmüştür.
25 yaşından beri Vizigotların liderliğini yapan Alarich, İmparator Theodosius’un ölümü ve ordunun büyük bölümünün batıda olması fırsatından yararlanarak isyan etti. Moesia (Romanya) ve Trakya yağmalandıktan sonra Constantinopolis’e doğru yöneldi. Uygun imkâna sahip olmasına rağmen yönünü Makedonya ve Tesalya’ya çevirdi. Kumandan Stilikho tarafından etrafı çevrilen Alarich’in kurtulma şansı kalmamıştı. İmparator üzerinde oldukça etkili olan Eutropius’un telkinleri neticesinde İmparator Arcadius, Alarich ve taraftarlarının bırakılmasını istemesi sonucu kurtuldular. Eutropius, Vizigotların ortadan kaldırılmasını kendi istikbali için yaptığı planı bozacağından serbest bırakılmalarını sağlamıştır. 401 yılında tekrar hareketlenen Alarich liderliğindeki Vizigotlar, İtalya’ya doğru yerleşeceği yurtlar bulmak için hareketlendi. Revanna kuşatıldı ve yağmalandı. Ancak İmparator Honorius‘un Milano’da olduğu haberini alınca yönünü Milano’ya çevirdi. İmparator güneybatıda bulunan Astiye kaçamak zorunda kaldı. İmparatoru takip eden Alarich Pollentiada Sitilicho ordusuyla karşı karşıya geldi. Alarich yapılan savaşta büyük kayıplar verince halkıyla birlikte Illyricium kuzeyine çekilmek zorunda kaldı.
İmparatorluk güçlerinin büyük bölümü batıda olmasına rağmen 405 yılında Radagais öncülüğünde çıkan Got isyanını bastırmada Pavia savaşında komutan Stilikho bu defa başarılı olamadı. Vandalları, Süevleri, Burgundları, Kuadları, Saksonları ve Alamanları tek bir yönetim altında birleştirerek büyük bir güce hâkim olan Radagais Roma’yı tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti. Stilikho Hun lideri Uldız’den bu saldırının önlenmesi için yardım istedi. Hun güçlerinin müdahalesiyle isyan bastırılarak tehlike ortadan kaldırılmış oldu. Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Keltler’den oluşan topluluklar Ren nehri ötesine, Galya’ya gitmek zorunda kaldılar. Bu durum aynı zamanda Hunların Batıya yapacağı akınlarda ordunun güvenliğini tehlikeye düşürecek güçleri uzaklaştırmış oluyordu. Gaines’in Anadolu’ya geçme girişimi İmparatorluk donanma güçleri tarafından engellenince Kuzeye doğru hareket ederek Tuna’yı geçti. Uldız Gaines’in Tuna bölgesindeki varlığını kendisi için bir tehdit olarak görürken aynı zamanda Doğu Roma için de istenmeyen güç konumunda olduğunun farkındaydı. Uldız, askerleriyle birlikte Gaines’e karşı giriştiği mücadelede onu yenilgiye uğratarak öldürmeyi başardı. Gainesin gönderilen kesik başı Doğu Roma İmparatorluğu ile kurulmak istenilen işbirliğinde kararlılığın ifadesiydi. Hunlar izledikleri denge politikası gereği gerek Doğu gerekse Batı Roma’ya önemli yardımlarda bulunmuştur. Alarich liderliğimdeki Vizigotlar, 410 yılında Roma’ya ulaştılar ve şehri günlerce yağmaladılar. İmparatorluğun batısında bu gelişmeler olurken Doğu Roma’da ise Hunlar, İmparatorluğun topraklarına saldırmak için uygun fırsatı kolluyorlardı. Doğu Roma İmparatorluğunda 395 yılına gelindiğinde Hunlar Doğu Roma’ya doğru harekete geçtiler. İmparatorluğun doğu ve batı yönetimleri arasındaki siyasi çekişmelere imparator Theodosius ölümüyle ortaya çıkan istikrarsızlığa Alarich liderliğindeki Gotların isyanın eklenmesi Hunlar için uygun ortam oluşturmuştur.
Hun güçleri akınlarını iki koldan yürüttüler. Hun gücünün bir bölümü Balkanlar üzerinden Trakya’yı hedeflerken diğer grup ise Basık ve Kursak adlı hakanlar tarafından gerçekleştirildi. Hun askeri gücü Erzurum bölgesinden başlayarak Fırat ve Karasu’nun oluşturduğu vadi boyunca ilerlemiş buradan Malatya’ya ardından Çukurova’ya ulaştılar. Güçlü kalelerle korunan Edesse (Urfa) ve Antakya kuşatılarak baskı altına alınmaya çalışıldı. Hun güçlerinin Anadolu yönünde başlayan askeri hareketi sadece Doğu Roma’yı endişelendirmemiştir. Bölgenin önemli bir gücü olan Sasani İmparatorluğunu da oldukça huzursuz etmiştir. İran üzerine yapılan akınlarda Hunlar Sasani kralı IV. Behram liderliğindeki askerlerinin direnişiyle karşılaştılar. Hun saldırıları karşısında hazırlıksız yakalanan ve çaresiz kalan Doğu Roma İmparatorluğunda, ancak 398 yılı sonunda anlaşmaya varılabilinmişti.
Rua’nın 422 yılında başa geçmesi ile birlikte Hun tarihinde yeni bir dönem başlamış oluyordu. Rua’nın kardeşleri Mançuk, Aybars ve Oktar idi. Mançuk erken yaşta öldüğünden Doğu kanadında Aybars, Batı kanadında ise Oktar’ın olduğu imparatorluğu, kardeşleri ile 432 yılına kadar birlikte yönettiler. Oktar, Ren ırmağı civarında bulunan Burgundlar’a karşı yaptığı mücadelede hayatını kaybetti. Onların ölümüyle birlikte artık tek yönetici kendisiydi. Rua Doğu Roma ordusunun İran’la savaşta olmasından faydalanarak 434 yılında harekete geçti. Gerekçesi Doğu Roma’nın Hun ordusunda isyan çıkarmak, bağlı olan kavimleri Hunlar’dan ayırmak için propaganda yapmak ve casuslar göndermekti. Rua oldukça uygun bir zaman seçmişti. İmparatorluk güçleri Sasanilere karşı doğuda yetersiz durumdaydı. Güçlü bir direnişle karşılaşmadan Trakya’ya doğru ilerledi. 350 libre verilmesi şartıyla sulh yapıldı. Hunlar böylece Bizans’a uygulanacak baskının önemli bir gelir kaynağı haline gelecek olan altına ulaşmanın yolunu keşfetmiş oldular. Batı Roma’da ise küçük yaşta III. Valentinianus tahta geçmesi, Doğu Roma’nın müdahale etmesi için fırsat yaratırken imparatorluğun batısı, kendi içinde anlaşmazlığa düşmüştü.
Doğu Roma’ya karşı cephe alarak bir İtalyan soylusu olan Senatör Johannes’i imparator seçtiler. Ancak Büyük Theodosius’un kızı ve II. Theodosius’un halası Galla Placidia bunu kabul etmeyerek Doğu Roma İmparatoru’nun yardımıyla Johannes’e karşı harekete geçti. Bu ittifak karşısında zor durumda kalan Johannes, Aetius’u Hunlardan yardım istemeye gönderdi. Rua, Aetius’un bu ricasını kabul ederek İtalya üzerine yürüdü. Fakat Aetius’un sağladığı bu yardım daha İtalya’ya varmadan Johannes bertaraf edildi(425). Böylece Batı Roma İmparatoru III. Valentinius’un (425-455) annesi Galla Placidia, oğlunun küçük olması nedeniyle iktidarı ele geçirdi. Oğluna ise, Comes rütbesi vererek onu babası Gauentius’un halefi olarak en büyük askeri komutan sıfatıyla Galya’ya atadı. Ancak Galla Placidia’nın yönettiği Batı Roma hükümeti Hunların istenmeyen yardımlarına karşılık Hunlar tarafından haraç vermeye zorlandı. 425 yılında Hunlar, imparatorluğun iç politikasında oldukça fazla söz sahibiydiler. Aeitus’u destekleyerek nüfuzunun artmasına sebep olan Hunlar, hiçbir engelle karşılaşmadan İtalya’ya kadar ulaştılar. Rua’nın Doğu Roma’ya karşı izlediği yöntem, temelleri Uldız tarafından atılan dış siyasetin uygulanmasıydı. 428’de Ren Nehri’nin geçilmesi ile Kuzey Buz Denizine ulaşılmış oldu. Bu sayede Hun hâkimiyeti Kuzey ve Baltık sahillerine kadar genişledi. Günümüzün devletleri olan Hollanda, Belçika, Danimarka, Kuzey Fransa, Almanya Hun hâkimiyeti altına alınmış oldu.
Atilla’nın Roma İmparatorluğu Üzerindeki Baskısı
Babası Muncuk’un erken bir yaşta ölmesi nedeniyle amcası Rua tarafından sahiplenilmiştir. Büyük bir lider olan amca Rua’nın yanında bulunması Atilla’ya Hun devlet yönetiminin ve dış politikasının özelliklerine, inceliklerine hâkim olmasını sağladı. 435 yılında Rua’nın ölmesi üzerine tahta Atilla’nın ağabeyi olan Blada geçmiştir. Blada tek başına devletin yönetimine geçmesine rağmen kardeşi Atilla’yı ortak Hükümdar olarak ilan etti. Blada’nın devlet yönetiminde bu yöntemi seçmesinin temelinde kişisel vasıfları yatmaktadır. Atilla’nın liderlik yolunda oldukça hırslı, engel tanımaz cesur yapısına karşılık kendisi eğlenceye meyilli liderlik yönü zayıf zıt bir yapıya sahiptir. Bu düşüncesi kendisini ancak 7 veya 10 yıl tahtta tutabilmiştir. Blada ve Atilla kardeşler, amcaları Rua’dan devraldıkları devletin sınırları batı yönünde Baltık denizi ve Alp Dağlarına kadar uzanırken doğuda ise Hazar denizine doğru uzanmaktaydı. Atilla’nın tek başına kağan olduğu tarihe (445) kadar geçen süre içerisinde barbar kavimleri büyük ölçüde kontrol altına alındığından geniş sınırlara ulaşan Hunlar için hedef artık doğrudan Roma İmparatorluğu olmuştur.
Doğu Roma ile Hunlar arasında varılan anlaşmaya rağmen Romalılar Hunların yönetimi altında bulunan yabancı unsurları Hunlara karşı kışkırtma çabalarını sürdürüyorlardı. Bunun üzerine Rua tedbir olarak hem ticareti sınırlandırmış hem de Hun yönetimine tabi halklardan ücret karşılığında asker olarak yararlanmayı yasaklamıştı. Doğu Roma aynı zamanda Hun yönetiminden kaçanların sığındıkları ve korundukları bir konuma gelmişti. Rua Hun ileri gelenlerinden olan Mama ve Atakam’ın oğullarıyla birlikte Doğu Roma’ya sığınmış olan kaçakların verilmesini istedi. Theodosius II anlaşmak için elçi heyeti gönderme kararı aldı. Ancak Rua’nın ölümü üzerine bu anlaşmayı sürdürülerek sonuçlandırma görevi Atilla’ya kalmıştı. Bizans heyeti Constantia surlarının karşısında Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerde bulunan Margos şehrinde karşılandılar. Atilla bu görüşmeyi atının üzerinden inmeden farklı bir diplomasiyle yürüterek bütün şartlarını halkın önünde kabul ettirdi. Margus anlaşmasına göre, Doğu Roma kendine sığınmış olan Hun kaçaklarını iade edeceği gibi bundan sonrakilerede müsaade etmeyecek. Romalı esirlerden kaçıp kendine sığınanları ya geri verecek ya da her bir kaçak için 8 solidos ücret ödeyecekti. Hunların idaresi altında olan kavimlerle ittifak içerisine girmeyecekti. Ticarette iki tarafın tüccarları eşit şartlarda olacaktı. Daha önce yıllık olarak ödenen 300 libre vergi bundan sonra 700 libre olarak ödenecekti. Anlaşma hemen uygulamaya geçirildi ve Doğu Roma’ya sığınmış olan Hun tebaasına ait kişiler teslim edildi. Doğu Roma sınırları içinde bulunan Attila teslim aldığı kaçakları Trakya’da Karsus (Bulgaristan’da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum hem imparatorluk tarafında hem de Hun idaresi altındaki halklarda Attila adının korku ve dehşetle anılmasına neden olmuştur. Hun toplulukları tarafından ilahi menşeden geldiğine inanılan Attila ileride Avrupaların nezdinde Tanrı’nın kırbacı olarak anılacaktır. Attila bu barış ortamının sağladığı olumlu ortamdan yararlanarak ülkenin doğusunda bulunan birlikleri denetledi. Hunlara karşı ayaklanma girişiminde bulunan Sara Ogurlar (Ak Ogurlar) denetim altına alındı.
Atillanın Doğu Roma Stratejisi
Germenler, İranlılar, Slavlar, Fin -Ugorlar, Üçogur, Beşogur, Altıogur, Onogurlar, Saraogurlar, Akatirler, Sabarlar gibi Türk topluluklarının eklenmesiyle birlikte sayıları 45’i bulan birbirinden farklı topluluklar, Hun liderinin önderliğinde bir araya getirilmişlerdi. Germen kavimleri başlarında kendi yöneticilerinin bulunduğu siyasi yönden ise Hun idaresine tabi olarak kalabalık topluluğun bir parçasını oluşturmaktaydı.
Bütün bu toplukların Attila’nın karizmatik liderliği etrafında itaat altına alınmış olması Attila’ya yapacağı seferlerde güven içerisinde rahat hareket etme imkânı sağlamıştır. Attila döneminde Hunların dış politikasında, temeli Uldız tarafından atılan ve şekillendirilen siyaset tarzının devam ettirildiği görülmektedir. Batı Roma ile ilişkilerde dostane şekilde sürdürme politikası güdülürken Doğu Roma ise her fırsattan yararlanılarak baskı altına alınamaya çalışılmıştır. Margus anlaşması sonucunda teslim edilen Hun önde gelenlerinin kaçak oğulları, Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içinde idam edilmişti. Bu tutum hem Hunların iç politikasına yönelik mesajlar içermekteydi hem de Doğu Roma’ya yönelik baskı altına alma politikasının devam edeceğinin en etkili göstergesidir.
Hunlar 440 yılından itibaren Doğu Roma üzerinde uygulanan baskıyı artırmaya başladılar. İmparator II.Theodosius anlaşmanın ekonomik yaptırımları içeren maddelerini yerine getirmekte oldukça ağır davranmaktaydı. Yıllık vergiyi göndermede ihmalkârlık göstermeye başladı. Antlaşmanın önemli maddelerinden biri olan esirler konusunda ise hem kaçaklara göz yumulurken hem de Got asıllı Arnegisclus gibi bazı kaçaklara da general rütbesi verilerek bizatihi Hunlar ile mücadelenin saflarında kullanılmak için önemli görevlere getiriliyordu. Bu durum Doğu Roma İmparatorluğunun dış siyasette izlediği genel bir anlayışın yansımasından ibaretti. İmparatorluk saldırılara engel olamadığı dönemlerde tehdidi ortadan kaldırmak veya saldırıların şiddetini düşürmek için barış maddi güç ile sağlanmaya çalışılmıştır. Sükûnetin sağlanmasından sonra varılan şartların yerine getirilmesinde ya oldukça ağır davranılmış ya da zamana yayılarak hiç biri yerine getirilmemiştir.
II.Theodosius oyalama ve zamana yaymaya dayanan bu stratejinin meydana getireceği tehlikenin farkındaydı. Bu amaçla adını taşıdığı I. Theodosius’un başkenti korumak için inşa ettiği duvarı güçlendirdi. Deniz kıyısından gelecek saldırılar için önlemler alınması için talimatlar verdi. 440 yılında stratejik öneme sahip Kartaca’nın Vandalların saldırısına uğraması sonucunda Doğu Roma İmparatorluğu yardım etmek amacıyla harekete geçti. Kartaca’nın hâkimiyetini ele geçirmek hem Doğu hem de Batı Roma’nın güvenliğinin tehdit altında bulunması anlamını taşımaktaydı. Kartaca da düşman bir güç tarafından oluşturulacak deniz gücü imparatorluğun her iki bölümüne kolayca saldırma imkânı oluşturulabilirdi. Derhal Kartaca’da Vandal hâkimiyetini ortadan kaldırmak amacıyla başkent Constantinopolis’ten 1100 gemi hazırlanarak Vandallar üzerine gönderildi. Kartaca’yı Vandallar’dan kurtarmak amacıyla batıya yapılan askeri sevkiyat doğu sınırında fırsat bekleyen Perslere imparatorluk kontrolünde olan Ermenistan’a saldırması için uygun bir fırsat sağlamıştı. Eftalit’lerin Pers güçlerine karşı yaptıkları ani saldırı sonucunda Ermenistan kuşatmasını kaldırarak bu bölgeden çekilmek zorunda kaldı.
Doğu Roma İmparatorluğu’nun askeri gücünün bu şekilde bölünmesi büyük bir askeri zafiyete neden oldu. Doğu Roma İmparatorluğunun kuzey sınırı, Balkanlar bölgesi savunmasız kaldı. Bu gelişmeleri dikkatle takip eden Attila Hunları, Tuna üzerinden Balkanlara doğru rahatça hareket etme imkânı buldu. Castra Constantia kalesi ele geçirilerek imparatorluğun Tuna yönündeki savunma hattı çökertildi. Doğu Romalı yöneticiler Attila’nın bu saldırısını yapılmış olan anlaşmaların ihlal edildiği anlamına geldiğini belirttiler. Attila ise saldırının sebebi olarak Margus Piskoposunun Hun mezarlarına karşı saygısız girişimini gerekçe olarak gösterdi. Taraflar arasında anlaşma sağlanamaması üzerine Hun ordusu harekete geçti. Viminakion (Kostolac) alındı. Margus Piskoposu hayatına karşılık olarak Margus şehrini Hunlara teslim etti. Singidunum (Belgrad) şehri ise yerle bir edildi. Tuna sınırının korunmasında stratejik özelliğe sahip Sirmium şehri, ahalisiyle birlikte ele geçirildi. Doğu Roma İmparatorluğundan alınmış olan stratejik kaleler, imparatorluğun Balkanlardaki savunma hattının Hun saldırılarını engelleyemeyecek durumda olduğunun göstermektedir.
Alınan ve tahrip edilen kaleler ile birlikte Balkanlarda Hun ilerlemesine engel olabilecek bir güçte kalmamış oluyordu. İmparatorluğun içine düştüğü bu zor durumdan Aetius, Hunlarla olan iyi ilişkilerini kullanarak ve varılacak anlaşmanın güvencesi olarak oğlunu rehin bırakma şartıyla anlaşma yapılmasını sağladı (442).
Ancak bu anlaşma sürecini Doğu Roma İmparatorluğu yine zaman kazanmak için kullandı. İmparator geçen bir yılın sonucunda, Attila’nın esirler ve katlanarak artan vergi borçlarının ödenmesi talebine olumsuz yaklaşması, Hun saldırılarının yeniden başlamasına neden oldu. Attila gerek konumu ve sahip olduğu kalabalık nüfusu gerekse de silah üretim yerleri nedeniyle Ratiaria’ya saldırarak ele geçirdi. Şehrin alınması ile birlikte çok sayıda esirde ele geçirilmiş oldu. Hunların eyaletlerin içine yapacağı saldırılarda arkadan gelecek tehditler böylece ortadan kaldırılmış oldu.
Hunlar, Doğu Roma İmparatorluğu’na yönelik 441-447 tarihlerini kapsayan dönem içerisinde Balkan coğrafyasında gücünün merkez ekseni konumunda olan müstahkem mevkileri almaya yönelik askeri stratejiye göre hareket ettiler. Bu hedef alan, Constantinopolis’in Trakya’daki hinterlant alanından başlayarak Sirmium, Serdica (Sofya), Naisus (Niş),Viminacium (Kostalak), Margus ve Singidinum’a ulaşan 600 km² kuş bakışı bir alanı kapsamaktaydı. Naisus, Serdica ve Ratiaria’nın alınması ise Trakya akınları için başlangıç konumunda bulunuyordu. Hun askeri stratejisi oldukça hızlı hareket eden atlı ve okçu askeri varlığa dayanmaktaydı.
Nischava Nehri civarında bulunan konumu ve sahip olduğu silah üretim tesisleri nedeniyle oldukça stratejik konumda olan Niş şehri talan edildi. Sofya (Sardica) ve Philippolis (Filibe) alınarak yağmalandı. Böylece İmparatorluğun Avrupa’nın bu bölümünü koruması mümkün olamayacaktır. Theodosius’un gönderdiği Arnegisclus ve Areiobindus komutasındaki ordusu Attila tarafından hezimete uğratıldı. Athyras (Büyükçekmece)’ın alınmasıyla başkentin surlarına yaklaşılmıştı. Attila saldırılarının yönünü askeri imkânlar çerçevesinde başkente yönlendirmek yerine Chersonoesus’ a çekilmek durumunda bırakılan Aspar güçlerinin kalan bakiyeleri üzerine göndererek onları tamamen dağıtmıştır. Oluşan bu tehdit sonucunda İmparator anlaşmak üzere komutanlarından Perslere karşı verdiği başarılı mücadele ile ünlenen Anatolius’u görevlendirdi. Bu anlaşma sonucunda yıllık ödenecek vergilerin miktarı 2100 libre altına çıkarıldı. Geciktirilen önceki vergiler ise imparatorluk hazinesine 6000 librelik ekstra bir yük oluşturdu. İmparatorlukla yapılan anlaşmaların değişmeyen maddesi olan kaçaklar için ödenecek bedel ise 12 libreye yükseltildi. 443 yılında Doğu Roma İmparatorluğu yaptığı anlaşma sonucunda Balkanlarda kaybettiği yerler ve savunma hatlarının kırılması nedeniyle imparatorluğun başkenti saldırılara açık bir hale gelmişti. Bu amaçla yeni limeslerin kurulması için görevlendirilmeler yapılarak hızla çalışmalar başlatıldı. Attila’nın yaptığı tahribatlara karşı başlatılan çalışmaların bitirilmesi için Hunlardan gelen elçiler ve aktardıkları şikâyetler imparatorluk sarayında dikkatle incelenmiş ve heyetler ülkelerine hediyelerle mutlu bir şekilde gönderilerek barış sürecinin bozulmaması hedeflenmiştir.
Attila 447 tarihinde idaresi altındaki milletlerle birlikte 441 yılındaki saldırıya göre daha büyük bir güçle saldırıya geçti. Bu dönemde Doğu Roma İmparatorluğu ise Anatolius barışından itibaren doğal felaketlerin ve afetlerin neden olduğu oldukça güç bir dönemden geçmekteydi. Uzun süren kışları bir sonraki yıl sel felaketleri izlemişti. Başkentte, 445 yılında ise birçok başkentlinin ölümüne neden olan Circus isyanı meydana gelmişti. Ortaya çıkan veba ve kıtlık ise felaketlerin boyutunu daha da artırmıştı. 447 yılında başkentte meydana gelen ve Trakya’dan Çanakkale Boğazı’na ve Ege Adalarına kadar etkili olan deprem dört ay süresince büyük tahribatlara, yıkıma ve ölümlere neden oldu. Depremin şiddeti, başkentin en önemli savunma yapısını oluşturan Anthemius duvarlarında büyük yıkıma sebep oldu. Duvarın 57’den az olmayan kulesi yıkılırken duvarda büyük bir tahribat oluşmuştu. Bizans İmparatorluğu büyük deprem felaketleri ile sarsılırken meydana gelen sel felaketiyle birlikte yıkımların ve ölümlerin sayısı katlanarak arttı. Ortaya çıkan veba ise ölümlere binlerce yeni ölümüler ekleyerek felaketin boyutunu daha da arttırdı. Doğu Roma İmparatorluğu kuzey sınırında risk alacak konumda bulunmuyordu.
İmparatorluk ekonomik olarak da büyük bir mali kriz içinde bulunuyordu. Attila’nın Doğu Roma üzerine düzenlediği büyük saldırısının asıl hedefi imparatorluğun bu bölümü üzerinde tam bir hâkimiyet kurarak imparatorluğun batı kanadına sefer düzenlemekti. Böylece Attila, her iki Roma’yı da hükümdarlığı altına alarak cihan hâkimiyeti düşüncesini gerçekleştirmiş olacaktı.
Başkent Kostantinopolis valisi Flavus’un yönetiminde ve Demeler(Siyasi partiler) katılımıyla zarar gören surlar ve kuleler iki aylık bir zaman da onarıldığı gibi yeni surlar eklenerek şehri koruyan üçlü bir hat oluşturulmuştu. Dacia Ripensis’te Utus (Vid) nehri yakınlarında yapılan savaşı Hunlar kazanmasına rağmen çok sayıda askeri kayba uğradı. Bu seferin en önemli sonucu Trakya’nın en büyük merkezi olan Marcianapolis’in alınmasıydı. Hunlar surlarla güçlendirilen başkente saldırmadılar. Balkan topraklarına yönelen Hun güçleri İllyricum, Trakya, Dacia, Moesia ve İskitya eyaletlerinde büyük yağma olaylarına sebep oldular. Doğu Roma İmparatorluğu yaptığı anlaşmaların ağır ekonomik baskısı ve bunun ödenmesi için artırılan vergilerle oluşturulan kaynaklar, siyasi ve toplumsal huzursuzluğun oluşmasına neden oldu. İmparatorluk baskıların sebebi olarak gördüğü Attila’yı ortadan kaldırmak için tek çıkar yol olarak bir suikast girişiminde görüyordu. Attila’nın sağ kolu olan ve yapılan anlaşmaların şartlarını görüşmek üzere Doğu Roma başkentinde bulunan Edeco’ya imparator Theodosius üzerinde oldukça etkili olan haremağası Chrysaphius tarafından bu teklif götürüldü. Attilaya bağlı olan Edeco, içinde bulunduğu ortam gereği olsa gerek teklifi kabul ettiğini belirtti. Hunların kendisine olan sadakatinin devam ettirebilmesi için ayrıca 50 libre altına ihtiyaç olacağını belirterek temin edilmesini istedi. Kurulan plan gereği hiçbir şeyden haberi olmayan heyetin üyesi Maximinus, soylu bir kişilik ve yüksek rütbe sahip konumda bulunurken Bigilas ise heyetin tercümanı konumundaydı. İmparatorluk heyeti Priskos’un da dâhil olmasıyla 449 tarihinde görüşmeler için başkentten ayrıldı.
Edeco Constantinopolis sarayında kendisine yapılan teklifleri ve düzenlenecek olan suikast planının ayrıntılarını Atilla’ya en ince detayına kadar anlatı. Suikast planını tam olarak ortaya çıkarmak için Edeco kendisine oldukça güven duyan Bigilas’a altınların getirilmesi zamanının geldiğini bildirdi. Bigilas üzerinde 50 libre altın ile yakalanarak tutuklandı. Attila paranın getirilmesinin asıl amacını itiraf etmediği takdirde oğlunu öldüreceğini belirtti. Bunun üzerine Bigilas, yapılan planı tüm detaylarıyla anlatmak durumunda kaldı. Edoco’nun bu sadakati sayesinde Doğu Roma İmparatorluğu’nun Attila’dan kesin kurtuluş çaresi olarak gördüğü sinsi planı da çökmüş oldu.
Doğu Roma ile Attila arasında yaşanan büyük gerilimi çözme işi deneyimli ve Attila nazarında itibar gören Anatolius ve Nomus’un üzerindeydi. Zengin hediyeler ve başarılı diplomatik dil ile 450 yılında Doğu Roma’nın kazançla çıktığı üçüncü Anatolius anlaşmasını yapmayı başardılar.
Atilla’nın Batı Roma Seferi
İmparatorluğun Batı bölümünü yöneten Honorius’un, 423 yılında ölümü üzerine erkek bir evladı olmadığından tahtta belirsizlik meydana geldi. Bir oldubitti sonucunda hile yoluyla tahttı ele geçiren Ioannes’e karşı Aspar’ın komuta ettiği ordu yardıma gönderildi. Tahttı gasp eden Ioannes güçleri, yenilgiye uğratılırken gasıp yöneticinin bu girişimi ölümüyle sonuçlandı. Tahtın sahibi olan III. Valentinianus geçmesi sağlandı. Batı Romanın belirsiz siyasal yapısı bir dönem Hunlara tutsak olan Aetius’un hızlı şekilde yükselmesine zemin hazırladı.
Doğu Roma’nın, ordusunu Ioannes’e karşı harekete geçirmesi hamlesine karşılık Ioannes kendine bağlı olan Aetius’tan Hunlardan yardım getirmesini istemişti. Beklenen yardım İtalya’ya geç ulaştığında Ioannes yenildi ve hayatını kaybetti. Hun güçlerinin varlığını tehdit olarak gören III.Valentinianus gönderilmeleri sağlaması için Aetius’un yardımına baş vurdu. Hun güçlerini Tuna bölgesine çekilmesini sağlayan Aetius askeri rütbelerine Hunlarla olan ilişkileri sayesinde ulaşmıştı. Aetius Batı Roma İmparatorluk sarayında sahip olduğu güç ve makamlara Hun ilişkisini doğru ve etkili kullanımını sağlayan özellikleriyle elde etmişti.
Aetius, askeri manada düştüğü her zor durumun kurtarıcısı olarak gördüğü Hunları, kurduğu ilişkileri güçlendirerek devam ettirdi. Hunların Tuna ve çevresine yerleşmelerine büyük bir güç merkezi haline gelmesine karşı, herhangi bir karşı girişim içinde olmaması koruyucu destek güç anlayışından kaynaklanmaktaydı. 432 yılında Aetius kendine karşı oluşan rakip Bonifacius ve Sebastianus ittifakına karşı Hun liderinin desteği sonucunda gücüne yeniden kavuştu. 433 yılında Hunlar yapılan yardımlarına karşılık olarak kabul edilen anlaşma gereği Pannonia’ya da bulunan Prima eyaletine sahip oldular.
Attila döneminde amcası Ruanın Politikası devam ettirilerek başlangıcında Batı Roma ile ilişkiler barışçıl yöntemlerle sürdürülmeye çalışıldı. Hun lideri Attila ile görüşmeye gelen Aetius oğlu Carpilio ve Cassiodorus yaptıkları görüşme neticesinde Pannonia’nın Seva kıyısında yer alan toprakları Hunlara bırakılarak barışın devamını sağladılar. Attila’ya en büyük askeri unvan olan Magister Militium verildi. Unvanın uygulamada herhangi bir işlevselliğe sahip olmamasına karşın iktisaden yüksek ücret ödemesi anlamına geliyordu.
449 yılında asıl hedefi Attila’yı ortadan kaldırmak olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun tertiplediği heyet Attila’nın karargâhında Batı Roma’dan gelen heyet ile karışmışlardı. Heyetlerin bir birinden habersiz olmaları ayrı ayrı dış siyasi politikalar uyguladıklarını gösterirken diğer yandan Hunların hem Doğu Roma hem de Batı Roma İmparatorlukları üzerinde büyük bir baskı unsuru haline geldiğini göstermektedir. Attila Batı Roma ile ilişkilerde değişikliğe gitmek amacıyla 441 yılı kuşatmasında Sirmium’da piskoposun neden olduğu altın kapların akıbeti olayını ilişkilerin bozulmasının en önemli nedeni olarak ileri sürmüştü. Kendi hakkı olan altın kapları çalmakla suçlanan Silvanus adlı bir bankerin cezalandırmak için verilmesini istiyordu. Batı Roma heyeti bu anlaşmazlığa çözüm bulmak ve Hun öfkesini dindirmek amacıyla Attila’nın ordugâhına gitmişti.
Batı Roma İmparatorluğunda III. Valentinianus’un tahtın geleceği için kız kardeşi Honoria’nın evliliği konusuna yaklaşımı diplomatik bir sorun halini aldı. Tahta herhangi bir hak sahibi durumuna gelmemesi amacıyla evlenmesine müsaade edilmeyen Honoria Attila ile evlenme yollarını arayarak kendisini kabul etmesi için evlilik nişanı olarak yüzüğünü gönderdi. Attila tarafından kabul edilen bu teklif Attilaya İmparatorluk üzerinde hak iddiasında bulunma imkânı meydana getirmişti. Attila askeri gayesinin ortaya çıkmaması için diplomatik girişimlerde bulundu. Yapacağı seferin amacının Batı Roma olduğunun anlaşılmaması için gayesinin Hunlara sorun çıkaran kuzeyde bulunan Germenler olduğunu bunu kendisinin bir müttefiki olarak yapacağını İmparator III. Valentinius’a iletmişti.
450 tarihinde İmparator II. Theodosius’un ölümü Doğu Roma İmparatorluğu’n da önemli bir politika değişikliklerine neden oldu. Yeni İmparator Maurcius şiddetle karşı çıktığı haraç uygulamasına son verdi. Attila yeni imparatorun bu çıkışları karşısında seferin yönü üzerinde hiç şüphesiz kararsız durumda kaldı. Attila oldukça güçlü durumda olan ordusunu her hangi bir yıpranmaya uğratmadan stratejik olarak daha zorlu gördüğü Batı Roma seferine öncelik verdi.
Attilanın Batı Roma İmparatoru’na resmi olarak bildirdiği Vizigotları ortadan kaldırmak üzerine oluşturduğu planı Frenk Kralı’nın ölümü nedeniyle değişikliğe uğradı. Kralın oğulları arasında yaşanan taht kavgası sonucunda büyük kardeşin Attila’dan yardım talep etmesi üzerine sefer Frenk Krallığı’nı kapsayacak şekilde genişletildi. Küçük kardeş ise sahip olduğu gücü ve unvanları Hun desteğine borçlu olan Aetius’tan yardım talep etmişti. Batı Roma İmparatorluğu Attila’ya karşı sürekli mücadele içinde olan Vizigot Theodoric ve Hunların dostu olan Aetius’tan oluşmaktaydı.
Hun güçleri Attila liderliğinde Galya’yı almak üzere harekete geçti. Attila’nın ordusu yol boyunca katılanlarla birlikte yarım milyon askere ulaştı. Ordular Campania (Mauriacus) düzlüğünde karşılaştılar. Her iki tarafın büyük kayıplar verdiği savaşın kesin galibi olmadı. Vizigot kralı Theodoric ölen askerler arasındaydı. Halklar üzerinde büyük bir korku salan Attila liderliğindeki Hun güçleri durdurulmuştu. Attila başarı elde edemediği bu saldırısı sonucunda ordusunu kışı geçirmek üzere Tuna nehri dolaylarına çekti. Bir yıl sonra 452 tarihinde Attila ordusuyla Pannonia’dan rahatça geçerek İtalya’ya ulaştı. İmparator başkenti terk etmek durumunda kaldı. Batı Roma İmparatorluğu Attila ile anlaşma yolunu kurtuluşun tek çözümü olarak görüyordu. Papa Leo’nun da içinde bulunduğu heyetin girişimleri sonuç verdi. Attila bol miktarda aldığı altın ve siyaseten üstünlüğü kabul ettirdiği inancıyla İtalya’dan ayrıldı.
453 yılında, Attila evlendiği gün ani bir şekilde hayatını kaybetti. Attila’nın ölümü cihan hâkimiyetini gerçekleştirmek amacıyla sürekli baskı altında tuttuğu Doğu ve Batı Roma İmparatorluk yöneticilerini ve bu baskının siyasi ve ekonomik sonuçlarını en şiddetli şekilde hisseden halklar üzerinde büyük bir sevince neden oldu. Güçlü liderlik özelliklerine sahip Attila’nın ölümüyle birlikte, oğulları Hun topluluğunu bir arada tutabilecek özelliklere sahip değillerdi. Kardeşler arasında başlayan mücadele Hun devletinin parçalanma ve çökme sürecine girmesinin nedeni oldu. Hun devletinin içinde bulunan topluluklar ortaya çıkan güç boşluğundan yararlanarak ayaklandılar. Gepid kralı Ardaric (Ardarik) öncülüğünde başlayan mücadeleye Tisa Irmağı boylarında bulunan Rugiler, Tuna ile Tisa arasında bulunan Skirler, Garam- Vag Irmağı arasında bulunan Quadlar katıldılar. Ostrogotlar ise kendilerini özgür olarak gördüklerinden bu oluşumun içerisinde yer almadılar. Nedao ırmağı yakınlarında yapılan savaşta Hunlar ağır bir yenilgiye uğradılar. Ve böylece Hunlar önemli bir güç olmaktan çıktılar.
Kavimler Göçünün Sonuçları
Hunların barbar kavimlerini yerlerinden etmesiyle başlayan batı yönlü kavimlerin göçü gerek Avrupa gerekse dünya milletleri açısından önemli sonuçlar meydana getirmiştir. Hunların itmesiyle milletlerin yer değişimi başta Avrupa olmak üzere oldukça geniş bir alanda demografik ve nüfus değişimlerine neden olmuştur. Kavimlerin Göçünü sonuçları itibariyle şu şekilde sıralamak mümkündür.
1- Hunların ilk kez 374 yılında Avrupa topraklarında görülmesiyle başlayan ve kavimlerin yer değiştirmesine neden olan kavimler göçü önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Hunların önünden kaçan Germen kavimleri yaşamlarının devamı için yeni yurt arayışı içerisine girmişlerdir. Roma İmparatorluğunun sınırlarını zorlayan kavimlerin oluşturduğu basınç ve oluşan siyasi istikrarsızlık doğu ve batı diye ayrılmış olan imparatorluğun batı bölümünün yıkılmasına neden olmuştur. Göçle birlikte Avrupa’da görülen Franklar, Vizigotlar, Burgundlar barbar krallıklarını kurdular. Franklar Galya’yı yurt tutarken Angıllar ve Saksonlar Britanya’da bugün ki İngiltere’nin temelini oluşturdular. Kavimler Göçü böylece Avrupa’nın etnik yapısının değişmesine yol açmıştır. Kavimlerin burada karışması yeni toplulukları oluşturmuştur. Bundan dolayı, bugünkü Avrupa’nın etnik temeli Kavimler Göçü sonunda atılmıştır denilebilir.
2- Kavimler Göçü, dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Roma İmparatorluğunu temelinden sarsmıştır. Bu hareket, önce Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasını (395), sonra bunlardan Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasını hızlandıran başlıca olay olmuştur (476). Siyasi ve askeri olarak zayıflayan Batı Roma Germen lider Odoaker’e engel olamayarak yıkılmaktan kurtulamadı. Bazı tarihçiler Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasını, bazıları da Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasını Eski Çağ’ın sonu, Orta Çağın başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Merkezi krallıklar güç kaybına uğrayarak derebeylik rejiminin doğmasına neden oldu. Göç ve istilaya uğrayan halkların kendilerine sığınacak yer arayışları feodalitenin oluşmasında etkili olmuştur.
3- Kavimler Göçü’nün en önemli sonuçlarından biri askeri alanda meydana gelmiştir. Bunlar göçebe hayatın gereği olarak savaşlarda atı kullanma becerileriyle Avrupa’nın sabit savunma askeri stratejilerini boşa çıkarmışlardır. Atı ve üzerinde rahat hareket etmeyi sağlayan askeri kıyafetler Avrupalı milletler tarafından ordularında kullanılmaya başlanmıştır. Bu göç sonucunda başta Bizans İmparatorluğu olmak üzere gerek Hun topluluklarının gerekse Germen topluluklarının saldırı ve savunma stratejileri değişikliğe uğramıştır.
Bizans İmparatorluğunun İskân Siyaseti
(IV-VII. Yüzyıllar)
Celal BİÇER
Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı