KARMATİ HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SEBEPLERİ-9


Hindistan’da Karmati Propagandası ve Multan Karmati Devleti

Gaznelilerin hakimiyeti altındaki bölgelere İslam, ilk olarak Dört Halife döneminde girmeye başladı. Bu dönemde İran’ın tamamı İslam ile tanışmış olup Hemedan, Kazvin, Rey, Azerbeycan, Merv, Belh ve Nişabur’u içine alan Horasan (641-642) ile Kirman, Mekran ve Sistan Halife ömer döneminde (643) Afganistan ve Pencap’da 664 da fethedildi. Daha sonra akınlar Hindistan’a yönelerek 705-715 yılları arasında Buhara, Semerkant, Fergana dahil olmak üzere bütün Maveraünnehir, Kaşgar ile bazı Afgan ve Hint şehirleri alındı. Müslüman akınları Multan içlerine kadar ilerledi. Bölgenin İslamlaşma süreci, dört halife döneminde başlamış olup, fethedildikten sonra üç asır boyunca Hindistan İslam’ın ileri karakolu olma özelliğini korudu. Halife Abdülmelik döneminde (705-715) Irak Valisi Haccac b. Yusufun komutanlarından Muhammed b. Kasım Sakafi Hindistan fethiyle görevlendirildi. Muhammed b. Kasım, 711 yılında Sind’in Brahman Racası Dahir’i yenilgiye uğratmış, 713 yılında da Multan’ı ele geçirerek bütün Pencab’a hakim duruma geldi. Aynı şekilde 921-711 yılında, Sind bölgesi uğradıkları zararları telafi edilmeyen bazı Müslüman tacirlerin muhatap oldukları kötü muamelelerin intikamını almak üzere, Halife el-Velid’in emri ile Muhammed b. Kasım Sakafi tarafından istila edildi. Bu dönemde Nerankot ( Haydarabat) şehri, Daybul limanı ve Ravar şehrini zaptetti. Daha sonra başşehir Aror veya Alor’u ve 713’te Multan’ı aldı. Bu esnada 715 yılında Halife Velid ölmüş yerine Süleyman geçmiştir. O da Sakafi’yi azletmiştir. Bundan sonra Sind üzerinde arka arkaya Müslüman valiler hüküm sürdü. Bu valiler döneminde memleketin idari işleri yerlilere terkedilmiş olduğu gibi dinleri hususunda da serbest bırakıldılar. Görüldüğü gibi Sultan Mahmud, Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz zamanında başlayan ancak sonraki dönemde bazı olumsuz tutumlar sebebiyle hemen hemen eski durumuna dönülen Hint kıtasında İslam’ı yeniden yaymak için görülmemiş bir mücadele vermek zorunda kaldı. Bu mücadelede yalnızca Hindistan’daki putperest yapı ile ulaşılmamış aynı zamanda İslam dünyasında çıkmış olan bazı aşırı hareketlerle de mücadele edilmiştir.

İsma’ili-Karmati dailerinin Hindistan’daki Faaliyetleri

İsma’ili tarihi, Cafer es-Sadık’ın ölümünden itibaren Ubeydullah el-Mehdi’nin Mehdi olarak ortaya çıktığı döneme kadar olan devre gizlenme dönemi (Setr Dönem) olarak değerlendirilmektedir. Setr döneminde dailer tarafından kurulup yönetilen gizli ihtilal teşkilatı hareketin yayılmasında önemli rol oynamıştır. İbn Rizarn’a göre, Abdullah davasına başından beri Hüseyin el-Ahvazi sayesinde inanmış olan Hamdan b. El Aş’as Karmat’ın bulunduğu yer olan Kufe Sevad’ına dailerini gönderdi. Daha sonra 261/874 yılında Kufe Sevad’ında Hamdan ile haberleşmek için Alamut’un batısında yer alan Talikan’a oğullarından birini hami olarak atadı. 264/877-78 yılında İsma’ili davet Küfe’de Hamdan Karmat tarafından geliştirildi. Kayınbiraderi Abdan ise çalışmalarında ona yardım etti. Hamdan’ın taraftarları daha çok Karmatiler olarak adlandırılmıştır. Karargah olarak Selemi ye seçilmiştir. Buradan İslam dünyasının her tarafına propagandacılar gönderiyordu. Abdullah, davetini yaymak için Selemiye’yi merkez edinmiş, buradaki propaganda organizasyonun başına oğlu Hüseyin’i getirmişti. Diğer oğlu Ahmed Ebu Şelale ise bazı Irak şehirlerinde özellikle Kufe ve Bağdat’taki propaganda faaliyetlerinin başkanlığına, oğullarından birini de İran’daki faaliyetlerin başına tayin etmişti. Bu bölgelerde yeni öğenciler kazandılar, imamları propagandaya devam ettiler. Hatta bu dailer sayesinde devlet dairelerine bile sızmaya başladılar. 286/899 yılında Selemiye’de İmametin kendisine ve dedelerine ait bir hak olduğunu ileri süren Ubeydullah el-Mehdi’nin bu iddiasından dolayı mezhep bünyesinde önemli bir bölünme ortaya çıktı.

Hamdan ve Abdan, Ubeydullah tarafından propaganda edilen yeni İsma’ili doktrininden desteklerini kestiler. Kendi adlarına faaliyetlerini yaygınlaştırmaya başladılar. Bu süreçten itibaren Hamdan başkanlığındaki gruplar merkezden bağımsız bir hareket olarak kendi ideolojilerini yaymak için faaliyet gösterdiler. İslam dünyasındaki bu durum halifenin Sind eyaleti üzerindeki nüfuzunun gevşediği 257/871 yılına kadar sürdü. Bu dönemde Yemen daisi İbn Hevşeb 270/883’te yeğeni Heytem’i dai olarak Sind’de görevlendirmişti. Hindistan’daki propaganda faaliyetleri merkezi liderliğe bazı Yemen’e gönderilen dailerce başlatıldı. Yemen’de Karmatilik, 269/879-880’de iki ünlü İsma’ili daisi tarafından başlatılmıştı. Bu dailer, biri Yemenli Şii olan Ali b. Fadl, diğeri daha sonradan Mansur el-Yemen adıyla tanınacak olan, Ebu’l Kasım Hasan b. Ferec b. Hevşeb el Kufi’dir. Bu iki dainin arkadaşlığı Kerbela’da, İmam Hüseyin’in türbesini ziyaret ederken başlamış bir dönem yakın işbirliği içinde çalışmışlar. Daha sonra her ikisi de hareketi yürütebilmek için ayrı ayrı Dar’ül Hicr’lerini yapmışlar. İbn Hevşeb, 280/893’te kendi devletlerini kurmuş olan yerel Zeydi imamlarına bölgeyi bıraktı. İbn Hevşeb, 270/883’te yeğeni Heytem’i dai olarak Sind’e göndermesiyle başlayan Hindistan Karmatiliği Karmati tarihinde apayrı bir öneme sahiptir. Hareket buradan Hind alt kıtasının diğer bölgelerine de yayılmıştır. Karmatiler, Kufe, Basra, Yemen, İran, Kuzey Afrika, Bahreyn, Suriye ve Sind bölgelerine dailerini gönderdiler. Bu bölgeler, İsma’ili propagandanın yerleştiği ikinci derecedeki merkezler olmuştur.

İncelemeye çalıştığımız bölge, Karmati-İsma’ili misyonerlerin faaliyet gösterdikleri saha oldu. Bu sıralarda iki Arap kabilesi Multan ve Mansura’da müstakil devletler kurmuş iseler de, Gazneli Mahmud’un Hindistan’a sefer yaptığı sıralarda Sind ve Multan’ı elinde bulunduran Ebu’l-Davud Abbasi halifeliğine Ebu Davud, dailerin propagandaları sayesinde Karmatiliği seçerek Multan’ı da Karmatilerin önemli bir üssü haline getirdi. Bir dönem Multan kenti Hindistan’da İslamiyet’in ileri bir karakol rolünü oynadı. M. 900 yılına doğru buranın hükümdarı Bağdat’a karşı bağımsızlığını ilan etti. Bu bölgede bir çok önemli kişi harekete kazandırılarak hareketin yayılması sağlandı. Bu yolla yalnızca Sind bölgesinde bir dönem hakimiyet kazanabildiler. Burada, Fatımilerin yüksek egemenliğini tanıyan İsma’ililer, yerel yöneticiyi de yanlarına çekerek başkentleri Multan’da bir yönetim kurarak çevre bölgelere yayıldılar. Yine bu dönemde Abdullah el-Karmati tarafından bölge zapt edilerek Karmatilerin önemli bir mukavemet merkezi oldu. Sonunda bu gruplar, Gazneli Mahmud tarafından mağlup ve tard edildiler.

Gazneli Hükümdarlarının Karmatilerle Mücadelesi

Abbasiler devrinde İran-Horasan sahasında kurulan devletlerden biri de Samaniler idi. 261-389/874-999 tarihleri arasında hüküm süren bu devletin altıncı hükümdarı I. Abdülmelik b. Nuh 345-350/954-961 döneminde, Samani ordusundaki Türk kölelerinden biri olan Alptegin başarılar göstererek temayüz etti. Pek çok kabiliyet ve meziyete sahip olan Alptegin kısa zamanda kendisini kabul ettirerek Abdülmelik’in hacibi oldu. 344/955 yılında da Herat valiliğine getirildi. Alptegin’den sonra temayüz eden Alptegin’in kölesi ve damadı Sebüktegin, akıl, zekası, dindarlığı, cesareti ve olgunluğu sebebiyle Gazneli tahtına çıkarıldı.

Sebüktegin (366-387/976-997) tarihleri arasında aktif bir siyaset takip etti. Sebüktegin Afganistan’ın büyük bir bölümüne hakim oldu. Bundan sonra Hindistan’a gözünü çevirdi. Afganistan’daki bu gelişmeler Kuzeybatı Hindistan’a sahip olan Caypal’ı endişelendirmişti. Caypal’ın hakimiyeti bu bölgede İslamiyet’in yayılmasına engel oluyordu. Bütün bunlar sonunda Gazne ve Hind hükümdarlarını karşı karşıya getirdi. 369/979’da yapılan bir savaşta Caypal yenildi. Sebüktegin, Lamgan’ı istila etti. Savaştan sonra iki hükümdar arasında antlaşma yapıldı. Antlaşmaya göre Caypal’ın Gazne hükümdarına yıllık vergi vermesi ve 50 fil göndermesi kararlaştırıldı. Bu antlaşma sulhun devamını sağlayamadı. Gazneliler, bu dönemde Afganistan ve Hindistan’da yapılan fetih faaliyetlerinde tamamen bağımsız hareket ettiği halde yine de Samaniler’in hakimiyetini tanıyordu. Sebüktegin’in yaklaşık 986’daki galibiyetten sonra Lamgan ve Peşaver arasındaki bölgeyi kendi topraklarına katmasıyla, İslam dini de bölgede önemli bir yer edinmeye başladı. Sebüktegin’den sonra Afganistan ve Hindistan’ın İslamlaşma süreci oğlu Mahmud tarafından sürdürüldü. Sultan Mahmud, bir şehzadenin öğrenmesi gereken dini tahsil ve diğer hususları öğrenmişti. Sultan Mahmud’un Kur’an’ı ezbere bildiği, İslami geleneklere de aşina olduğu bilinmektedir. Ayrıca boş ve hareketsiz duran büyük bir ordunun çıkarabileceği isyan ve kargaşayı da tahmin ettiği için orduyu yalnızca asli görevlerini yapması amacıyla din uğruna (gaza) savaşmayı kendisine hedef edinmişti. Bu amaçla Hindistan’daki putperestlerle mücadele etmek ve İslamiyet’i doğru bir şekilde bölgede yaymağı hedef edindi. Bu hedefin bir başka ayağı da bölgede Sünniliği koruma fikridir. Batılı tarihçilerden P. Spear, Hindistan ve çevresine esaslı bir şekilde İslam’ı getiren topluluğun Türkler olduğu belirterek bu hakikati ifade etmiştir. Aynı şekilde Spuler ise Türklerin İslam dinine girmelerinin sadece birkaç asırlık geçmişi olmasına rağmen İslam dinini, Arap veya Araplaşmış insanların vasfı olmaktan çıkararak yaygın ve evrensel bir din haline getirmiş olduğu şeklinde açıklamaya çalışmıştır. Hindistan’daki İslamlaşma süreci Sultan Mahmud’un Horasan’ı ele geçirip, Karahanlı hükümdarı ile bir anlaşma yaparak Amu-Derya’yı iki devlet arasında sınır kabul etmek suretiyle, kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra yaklaşık olarak 1000 yıllarında ilk Hind seferine çıktı. Pencab bölgesinin ele geçirilmesi ve Yayhand Racası Caypal’ın bozguna uğratılarak vergiye bağlanması bu sürecin devamı niteliğindedir. Özellikle Multan, bir türlü istikrara kavuşmadı. Kent, Gazneli Mahmud dönemine kadar dini-politik çalkantılar içersinde kaldı. Multan, bu dönemde Karmati olan Ebu’l Fütuh Davud’un elinde idi. Multan’a gelen gazilerden olan Ebu’l-Fütuh Davud, Karmati hareketine katılarak Multan ve çevresine Karmati düşüncelerini yayma gayreti içine girmişti. Bu gayretler Sultan Mahmud’un bölgeye sefer yapmasını zorunlu kılmıştır. Sultan Mahmud’un Bhatıya bölgesinden dönerken Ebu’l-Fütuh Davud’un kötü davranışı bu seferin yapılmasına neden olmuştur. Sultan, Gazne’den Mart-Nisan 1006 tarihinde hareket etti. Suların taşkın oluşundan İndus nehrini aşağıdan geçmenin tehlikeli olacağı düşüncesiyle Peşaver’den geçerek Multan’a gitmek istedi. Sultan Mahmud bu maksatla da Pencap Racası Anandpal ‘dan topraklarından geçiş izni istedi. Anandpal, bunu kabul etmediği gibi, sultanın nehirden geçmesini önlemek için Peşaver’e doğru ilerledi. Sultan Mahmud bu durum karşısında önce onun üzerine yürümek zorunda kaldı. Anandpal, Sultan Mahmud ile yaptığı savaşta yenildi. Keşmir’e kaçarak canını kurtardı. Sultan ise geçtiği yerleri yağmalayarak Multan üzerine yürüdü. Ebu’l-Fütuh, şehri terk ederek 396/1006’de İndus nehri üzerindeki Serendip (Seylan) adasına kaçtı. Fakat şehirdeki birlik kendilerini savunmaya karar vermişti. Bir haftalık kuşatmadan sonra Sultan Multan’ı aldı ve bölgedeki Karmatileri cezalandırdı. Ayrıca onlarla her yıl yirmi milyon dirhem veya diğer bir rivayete göre de yirmi bin dirhem almak şartıyla bir antlaşma yaptı. Sultan Mahmud, Caypal’ın esirliği sırasında Müslüman olmuş olan ve Nevasaşah adıyla meşhur torunu Suhpal’ı Multan ve civarının valiliğine getirdi sonra da süratle Gazne’ye döndü.

Sultan Mahmud’un Karahanlılar ile mücadelesinden istifade eden Multan valisi Suhpal, Sultana itaat etmekten cayarak tekrar Hindu dinine dönmüştü. Sultan bu haberi Ocak 1008 tarihinde aldığı zaman, onun bu tavrını devlet ve ümmet bütünlüğü açısından tehlikeli bulduğu için Suhpal’in irtidat olayını ihmal etmedi. Olayın meydana geldiği kış mevsimin şiddetine rağmen derhal Multan üzerine yürüdü. Sultan Mahmud şehrin önüne geldiğinde, Suhpal mukavemet etmeye çalıştı ise de yenilmekten kurtulamadı ve akrabası olan Anandpal’ın yanına sığınmaya çalıştı. Fakat Sunpal yakalanarak Sultan’ın huzuruna getirildi. Sultan Mahmud dört yüz bin dirhem para vermek karşılığında onun canını bağışladı ise de serbest bırakmayarak tutukladı. Bu sırada Sultan, Karmatileri de tekrar cezalandırdı. Sultan bölgeyi emin ellerde bırakmak amacıyla Multan havalisinin idaresini kumandanlarından Tegin’i Hazin’e bıraktıktan sonra Gazne’ye döndü. Sultan Karmatiler üzerine yapmış olduğu seferlerde istediği neticeyi tam olarak alamadığı için dördüncü Hind seferinin bir mütemmimi olarak sayılabilecek sekizinci Hind seferini düzenledi. Sultan Mahmud 1006 yılındaki dördüncü Hind seferinde hiçbir zorlukla karşılaşmayarak bu bölgeyi bütünüyle itaat altına almıştı. Buradaki Karmatiler’e ağır darbe indirerek onlardan birçoğu öldürülmüş veya tutuklanmıştı. Sultan Mahmud, Multan ve çevresindeki karışıklıkları körükleyerek misyoner faaliyetlerde bulunan Ebu’l Fütüh Davud’u yakaladı ve beraberinde Gazne’ye getirdi. Davud daha sonra Gürek kalesine hapsedildi ve orada öldü.

Gazneli hükümdarları İslam toplumunu Karmati saldırılarına karşı korumak istemişlerdi. Güvenliği sağlamak amacıyla önemli çalışmalar yapmışlardır. Irak ve Horasan bölgesinden hacca gitmek isteyenlerin zaman zaman Arap çapulcuları ve Karmatiler tarafından yolları kesilmekte idi. Bu nedenle hac farizalarını rahatça yerine getiremiyorlardı. Nitekim 1021 tarihinde Horasan ileri gelenlerinden bir grup bilgin, Sultan Mahmud’a başvurdular ve ona:

“Sen Müslümanların en büyük hükümdarısın cihad hususundaki gayret ve faaliyetin herkesçe bilinmektedir. Bildiğiniz gibi hac kesintiye uğradı. Bu olay ile ilgilenin”, dediler. Sultan Mahmud onların bu isteklerini kabul etti ve ülkenin baş kadısı Ebu Muhammed en-Nasihi’yi Hac emiri olarak tayin etti. Sultan, baş kadıya sadaka olanların dışında Araplara dağıtmak üzere otuz bin dinar verdi. Ayrıca Horasan’dan hacca gitmek isteyenlerin hazırlanmaları için tellal dolaştırdı. Hacca gitmek isteyenlerden büyük bir kalabalık toplanarak yola çıkarıldı. Horasanlı hacılar Feyd bölgesine ulaştıkları zaman, saldırıya uğradılar. Hac Emiri Ebu Muhammed onlara beş bin dinar para verdiyse de buna razı olmadılar ve hacıları tutuklamaya karar verdiler. Ancak Horasanlı bir gencin ok atarak reislerini öldürmesi üzerine çapulcular dağıldılar. Bu suretle kurtulan Horasan hacıları hacca gidip sağ salim ülkelerine dönebildiler. Aynı şekilde Sultan Mahmud’un son yıllarında Büveyhi hükümdarı Mecdüddevle’nin annesi Seyyide’nin ölümü üzerine yerine geçen oğlu devlet işlerinde aciz kalmış ve orduyu zapt edememiş ve neticede karışıklıklar çıktı. Bunun üzerine Mecdüddevle, Sultan Mahmud’u çağırır; O’da 29 Mayıs 1029’da Rey’e girer. Mecdüddevle ile oğlunu Hindistan’a yollar. Bundan sonra Sultan Mahmud, Karmati ve Batıni grubuna ait birçok kimseyi saf dışı ederek oğlu Mes’ud’u Rey’de bırakarak Şii propagandasını yapan Büveyhilerin idaresi altındaki bölgeleri alması için görevlendirdi. Mes’ud bu dönemde Kazvin’i 13 Eylül 1029, Hemedan ve İsfehan’ı 1030’ların başında aldı.

Gazneli Devleti, Batıni, İsma’ili, Karmati gibi hareketlerin dini hizip perdesi altındaki ayaklanma ve soygunculukları önlemeye çalıştı. Toplumun refahı ve güvenliği için bu mücadeleyi temel bir görev olarak gördü.

Gaznelilerin Karmati-İsma’ili ve Fatımilerin Yakınlaşma Çabalarına Karşı Tutumları

Gazneli devleti cihad temeli üzerine kurulmuştur. Alptekin ve Sebüktekin’in buna çok önem verdikleri gibi Gazneli Mahmud da bunu önemli bir noktaya taşımıştır. İslam dünyasında önemli bir konuma sahip olan halife ile iyi geçinmek ve onunla dayanışma içinde olmak Sultan Mahmud ve Mesud’un ana politikaları olmuştur. Ancak Sultan Mahmud’un zaman zaman halifeyle ihtilafa düştüğü hususlar da oldu. Gazneliler, kendilerinden önce ve sonra İslam dünyasında birçok karışıklıklara neden olan Batıni, İsma’ili ve Karmati gibi hareketlere karşı çok kesin tavır koyarak ve bu grupları  kökten temizlemeyi temel hedef edinmişlerdi. Bu mücadele yürütülürken çeşitli yollar izlenmeye çalışıldı. Gaznelilerin mücadele tarzı zaman zaman Gazneli idarecileriyle Abbasi halifesi arasında problem oluşturdu. Gazneliler’in Fatımiler’e karşı tavırları bu konulardaki hassasiyetlerinin derecesini göstermesi açısından kayda değerdir.

Sultan Mahmud, Abbasi devleti ile iyi münasebetler içinde olmayı temel prensip olarak kabul etmişti. Sultan Mahmud, 998’de tahta geçtikten sonra Herat, Belh, Bust ve Kabil bölgelerindeki hakimiyetini sağlayarak, Horasan’a hakim olarak Abbasi Halifesi Kadir Billah (991-1031) adına hutbe okutmaya başladı. Samaniler, Kadir Billah’ı halife olarak tanımadıkları için Sultan Mahmud’un bu tavrı Halifeyi son derecede mutlu etmişti Sultanın Halife’ye elçiler göndererek devrin anlayışının gereği olarak iktidarın meşruiyeti için Bağdat halifesini tanımasını istedi. Abbasi halifesi ona, hil’at, taç ve bayrak ile birlikte hükümdarı olduğu ülkelerin fermanını gönderdi. Ayrıca Sultan Mahmud’a “Veliyyu Emiri’l-Mu’minin”, “Yeminüddevle” ve “Eminülmille” lakaplarını verdi.

Halife, Sultan Mahmud’un İslam dinini yaymak için putperest Hintlilere karşı yaptığı gazaları memnunlukla izlemiş ve Mahmud’a bu gayretlerinden dolayı da ”Nizamü’d-Din” ve “Nasırü’l-Hakk” unvanlarını vermişti. Sultan Mahmud, Abbasi Halifesi’nin bu tavrına paralel olarak O’da Fatımi halifeliğine yüz vermedi. Gazneli ülkesinde Fatımi halifesiyle haberleşen gizli bir teşkilat yakalanarak birçok kimse öldürüldü. Muhtemelen bu teşkilat İsma’ili-Karmati gruplarınca oluşturulan dai teşkilatıdır. Karmati-İsma’ili propagandacılarınca kurulan dai teşkilatı, bulundukları bölgelerde faaliyet göstererek, bölgenin siyasi, sosyal ve politik durumunu merkeze bildirmek amacıyla çalışmalar yapmakta idiler. Sultan Mahmud’un bu konudaki kararlığını, Fatımi Halifesince h. 403/m. 1012-13 yılında elçi olarak gönderilen Taherti’ye yapılan muameleden de anlamaktayız. Bu dönemde Fatımiler İslam dünyasının birçok bölgesinde yoğun bir şekilde propaganda yapmakta idiler. Fatımilerin yürütmüş oldukları propaganda sayesinde Musul, Medain ve Kufe gibi birçok yakın şehirde belli bir süre de olsa Mısır Halifesi adına hutbe okutulmaya başlandı. Gazneli Sultanının Taherti meselesinde almış olduğu tavır Abbasi Halifeliğine yakınlığını gösteren bir husus olarak görülebilir. Kerramiyye Fırkası’nın reisi Ebu Bekr Muhammed’in de etkisiyle de Taherti’nin Sultan’ın ülkesinde İsma’ili propaganda yaptığı gerekçesiyle yargılanarak idam edildi. Sultan Mahmud, Abbasi Halifesi’ne yazdığı mektupta et-Taherti’nin getirdiği mektubu yırttığını ve ona hakaret ettigini belirtti. Taherti’nin halkı gizlice İsma’ili mezhebine davet ettiği sırada bindiği ve değişik zamanlarda çeşitli renklerde göründüğü belirtilen bir katırından söz edilmektedir. Bu kişinin idam edilmesi üzerine Sultan Mahmud’un onu, Kadı Ebu Mansur Muhammed’e bağışladığında, “O’na mülhitlerin reisi binmekteydi, şimdi ona muvahhitlerin reisi binsin”  diyerek Taherti ve faaliyetleri hakkındaki hassasiyetini göstermişti.

Abbasi halifesiyle Gazneliler arasındaki ilişkiler sürekli bu minval üzerinde olmamıştır. Abbasi halifesi Kadir Billah’ın zaman zaman aşırı alıngan tavırlarına karşı bile Sultan Mahmud Sünni anlayışından dışarı çıkmadı. Sultan Mahmud ile Abbasi halifesi arasındaki ilişkiler, iki olay üzerine bozuldu. Sultan Mahmud, Karahanlılar’a ait Semerkand şehrinin fermanının kendisine verilmesini istemesi üzerine açıldı. Halife “Bunu yapamam ve eğer bu işi benim fermanım olmadan yapmaya kalkışırsan, bütün dünyayı sana karşı ayaklandırırım” demişti. Sultan Mahmud, daima desteklemiş olduğu Halife’den böyle bir cevap alınca kızmış ve Kadir Billah’ın elçisine ” Bin fil ile Bağdat’ı yok etmek isteğinde olduğunu” belirtmişti. Ancak bir müddet sonra Halife’den gelen üç harfli bir mektubun tefsir edilmesiyle Sultan Mahmud bu davranışından dolayı mahcup oldu. Mektup açıldığında; dua ve “elif, lam, mim” harflerinin yazılı olduğu görüldü. Herkesin şaşkınlığı arasında Ebu Bekir Kuhistani adındaki bilgin, bunun Kuran’daki “Elemtere Keyfe” süresine işaret olduğunu ve bu sürede Habeşistan hakimi Necaşi’nin Yemen valisi olan şahıs tarafından Kabe ‘yi yıkmak için gönderilen ve önünde “Mahmud” adını taşıyan bir fil bulunan ordunun başına gelenlere işaret ettiği şeklinde yorumladı.

Halife ile Sultan Mahmud’un arasını açan diğer olay da, Mekke’ye 1024 yılında gönderilen Horasan hacılarının başında Hac Emiri olarak, Nişabur’un ileri gelen ailesi Mikail oğullarından Hasenek denilen Ebu Ali Hasan b. Muhammed bulunuyordu. Hasenek dönüşte çöl yolunun tehlikeli olacağı düşüncesiyle Fatımi hakimiyetinde bulunan Suriye ve Filistin yolunu takip etti. Mısır Fatımi halifesi ez-Zahir onu ve öteki hacıları hararetle karşılayıp, onlara hediyeler ve hil’atler vermişti. Abbasi Halifesi, Hasenek’e hediyeler verilmesini hoş karşılamamış, bunun Sultan Mahmud’un bir tertibi ve bir Gazneli-Fatımi yakınlaşması olarak değerlendirdi. Nitekim Abbasi Halifesi bu sebeple Hasenek’in Karmati olduğunu öne sürerek idamını istedi. Sultan Mahmud bu iddiaya son derece kızmış ve saçma bulmuştu. Ancak elçilerin gidip gelmesinden sonra, Abbasi Halifesini tatmin etmek için Fatımi Halifesinin verdiği hediye ve hil’atleri Bağdat’a yolladı. Gönderilen hediye ve hil’atler halkın önünde 1025’de yakıldı. Bu olaya son derece canı sıkılan Sultan Mahmud ölünceye kadar Halife’ye karşı içinde gizli bir nefret besledi. Sultan belki de bu nefretin tesiriyle bir müddet sonra Hasenek’i vezir yaptı. Bütün bu olumsuzluklara rağen Sünniliğin tam bir koruyucusu olan Sultan Mahmud daima Halife’nin ismini paralara bastırmaya, seferlerinden sonra elde edilen ganimetten Bağdat’a hediyeler göndermeye dikkat etmişti.

İslam ve Türk Tarihi ‘nin büyük ve seçkin devlet adarnlarından biri olan Sultan Mahmud, bu olayı Abbasi Halifesinin yaptığı gibi büyütmeyip savaştığı topluluklara karşı Abbasi Halifeliği ve devleti arasındaki köprülerin sağlam tutulmasına gayret gösterdi.

Hindistan Kökenli Tüccar Ve Göçmenlerin Karmati Propagandasındaki Rolleri

Karmatiler için Hindistan bölgesinde yapılan faaliyetler önemli olduğu gibi, Hindistan bölgesinden İslam dünyasının diğer bölgelerine gelen tüccarlar ve göçmenler özellikle köleler, Karmatiler üzerinde etkili olmuştur. Bu etki, Hindistan kökenli olan dailerin zamanla hareketin idaresini eline almalarıyla daha kuvvetlenmiştir. Ebu Hatim el-Zutti, bu tür bir yolla Irak Sevad’ına yerleşmiş, hareketin önemli bir üyesi olarak, bölgede faaliyet yapmakta idi. 295/907-8 yılında, Sevad bölgesinden bir dai olan Ebu Hatim el-Zutti, onları organize eden dai’den sonra Buraniyye diye isimlenen belli bir İsma’ili gruplar arasında aktif idi. Buraniyye ismi, Kufe Sevadında Hamdan ve Abdan’ın ilk dailerinden biri olan İshak el­ Burani’yi göstermesi daha çok muhtemeldir. Ebu Hatim el-Zutti taraftarlarına sarımsak, soğan, pırasa ve turp yemeyi, hayvan kesmeyi yasakladı. Ebu Hatim’ in taraftarları daha sonraları et yemekten kaçınanlar veya vejeteryanlar manasına gelen Bakliyya olarak anıldılar. Ebu Hatim el-Zutti köken olarak Hindistan’dan gelme idi. Bu bölgedeki insanların yeşil sebzeleri ve kökleri içeren diyet ve hayvan kesmek ve yemenin yasaklığına inanıyorlardı. Bununla birlikte sarımsak, soğan, pırasa ve turp’un yasaklanmasının arkasındaki fıkir, çok açık değildir. Muhtemelen Ebu Hatim bu ürünleri yerel bir şekilde tüketmekten ziyade ihraç etmek istemesinden kaynaklanmakta idi. Bu yılın sonunda Ebu Hatim tamamen görme gücünü kaybetti ve taraftarları arasında fikir ayrılıkları başladı.

Bu Karmati koalisyonu İsa b. Musa ve Mes’ud b. Hureyth gibi liderlerin idaresi altında Güney Irak’ta birkaç dönem yaşadı. 312/925 yılında beklenilen Mehdi gibi görünen bir adamın çevresinde bir grup belirdi. Bu grup Abbasilerce bozguna uğratılarak dağıtıldı. Daha sonra 316/928 yılında Karmatiler (Bakliyya) Sevad’da tekrar isyan etti. Bu isyanı çıkaran İsa b. Musa, Abbasi güçlerince yakalandı; Fakat 320/932 yılında hapishaneden kaçtı. Misyonerlik faaliyetlerine tekrar başladı. Sonuçta İranlılara karışan Bakliyya kolu, Ebu Tahir el-Cannabi’nin güçlerine katılmak amacıyla Bahreyn’e gittiler ve orada Acemiyyun olarak adlandırılmaya başlandılar..

Karmati Hareketinin Bahreyn’e Girişi ve Bahreyn Karmati Devleti’nin Kuruluşu

Bahreyn adalarının karşısında, Basra körfezinin batı sahilindeki Arap eyaleti Nesturi halkın yaşadığı Bahreyn’e, İslamiyet’in girişi barış yoluyla olmuştur. Bahreynli el-Eşec diye tanınan Münzir b. Aziz el Abdi beraberinde yirmi kişiden oluştuğu tahmin edilen bir heyetle Medine’ye gelerek Hz. Peygamber’ i ziyaret etmiş ve heyettekiler açıklanmamakla birlikte Müslümanlığı kabul etmişlerdi; Amr b. Abdülkays da bu gizli Müslümanlardandır. Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber, VIII. hicri yılda Bahreyn’e Ali b. Abdullah İmad el Hadrami’yi gönderdi. Hz. Peygamber’in davet mektubunu götüren Ali el-Hadrami, Bahreyn hakimi Münzir b. Sava ile görüştü ve Belazuri’de nakledildiğine göre Arap ve İranlılardan oluşan ada halkının çoğu İslam’ı kabul ettiler. Münzir b. Sava’dan sonra Carud ve Hutam el Abdi Bahreyn hakimi oldular. Daha sonra Arap ve İranlı olmayan unsurları olan Hutan ile Bekir b. Vail ve Rebia kabileleri birleşerek Ridde hareketini başlattılar. Emeviler döneminde idari yönden Basra’ya bağlandı. Daha sonraki yıllarda ise Necde b. Amir ve Ebu Fudeyk idaresindeki Hariciler Bahreyn’e hakim oldukları görülmektedir. Emevi ve Abbasi döneminde de bu devletlere bağlı kalmakta beraber zaman zaman bölgede Şiilerle Hariciler güçlenerek kendi başlarına hareket etmişlerdir.

Karmatilerin Bahreyn’de ortaya çıkışını Sabit b. Sinan b. Kurra ve İbnü’l Esir, H. 281’de Yahya b. el Mehdi adında bir kişinin el Katif bölgesine gelip Ziyadiler ile dostluk kurmasıyla başlatırlar. Yahya b. el Mehdi Şiilikte aşın taassup sahibi olan Ali b. el Mualla b. Hamdan’ın yanına gelerek kendisinin Mehdi’nin elçisi olarak tanıtması Bahreyn’deki Karmati dailerin ilk faaliyeti olarak kaynaklarda ifade edilmektedir. Yahya b. el Mehdi, Mehdi’nin bu bölgede bulunan destekçilerini emirlerine uymaya davet etmeye çalışmış ve Mehdi’nin ortaya çıkışının yakın olduğu bildirmeye geldiğini açıklamıştır. Bunun üzerine Ali b. Mualla Kaifte bulunan Şiilere bu durumu haber vermiş ve Yahya b. el Mehdi’nin yanında bulunan Mehdi’den gelen yazılı metni okumuştur. Onlar da bu emirlerin bütününe itaat ve icabet ettiklerini beyan ederek her ne zaman çıkarsa onunla beraber olacaklarını bildirmişlerdi. Ali b. el Mualla bu yazılı emri Bahreyn’deki diğer bölgelerde yaşayanlara da tevcih etti. Nitekim onlar da bu emre icabet ettiler. Yahya b. el Mehdi bir süre ortadan kayboldu. Daha sonra Mehdi’den halka yazılan bir mektupla ortaya çıktı. Sabit b. Sinan mektubun içeriğini: “Elçim Yahya b. el Mehdi, sizlerin emrime süratle icabet ettiğinizi bana bildirmiş bulunmaktadır. O halde her biriniz ona 675 dinar versin” şeklinde açıklarken İbnü’l Esir: “Elçim Yahya b. el Mehdi bana bağlılığınızı ve işimi yürütmedeki çabukluğunuzu bildirdi, buna son derece sevindim. Elçim olan Yahya’ya her birinizin altı dinar ve ikişer adet de üçte bir vermenizi tavsiye ederim” şeklinde izah eder.

Her iki içerik de Mehdi tarafından halka ödenmesi gereken vergi ve miktarı hakkında bilgi verilmektedir. Halk bu vergilerin ödenmesi emrini yerine getirerek, Mehdi’nin elçisine vergilerini ödemişlerdir. Yahya b. el Mehdi (bir ara) tekrar gözlerden uzak kalmış, geri geldiğinde de bir mektup daha getirmişti. El Mehdi bu mektubunda onlara şöyle diyordu: “Mallarınızın beşte birini Yahya’ya teslim ediniz.” Onlar da mallarının beşte birini (humus’u) ödemeye başladılar. Yahya el Mehdi, Mehdi’den geldiğini iddia ettiği yazılı emirler ile Abdu’l Kays kabilesine sürekli gidip geliyordu. Yahya b. el Mehdi’den sonra Sabit b. Sinan ve İbnu’l Esir’de, Yahya b. el Mehdi’ye icabet edenler arasında gösterilen Said el Cennabi’nin ismi de vermektedir.

İsma’ili davası Arabistan’ın doğusuna 281/894 hatta belki daha da erken, 273/886 yılında ulaşmıştı. Ebu Said el-Cennabi, Güney İran’daki ilk faaliyetlerinin ardından Hamdan tarafından hareketi orada da örgütlemek amacıyla Bahreyn’e gönderilmişti. Bahreyn’de Ebu Said’den önce muhtemelen İbn Hevşeb tarafından gönderilmiş bir başka İsma’ili daisi olan Ebu Zekeriyya el Temami (ya da Zemami) bulunuyordu. Ebu Zekeriyya’yı zamanla devreden çıkaran Ebu Said, bölgenin etkili ailelerinden birinin reisi olan Hasan b. Sanbar’ın kızıyla evlendi ve kısa zamanda gerek Bedeviler gerek İranlılar arasında yandaşlar kazandı. Abdülkays boyundan Rebiaların desteğini sağlayan Ebu Said’in 286/899 yılına doğru Bahreyn’in geniş bir bölgesini ve Doğu Arabistan’ın kıyı bölgesindeki Katifi denetimi altına alması Basra’ daki Abbasi idarecilerini telaşlandırdı. 287/900 yılında ise Karmatiler, Bahreyn’i eski başkenti ve Abbasi valisinin ikamet yeri olan Hecar’ın dış mahallelerini ele geçirmişti. Halife el Mutedid’in giderek büyüyen bu tehlikeye karşı gönderdiği 2000 kişiden oluşan ve katılan gönüllülerle daha da büyüyen Abbasi ordusu, Karmatiler önünde ağır yenilgiye uğradı. Hecar, uzun bir kuşatmadan sonra, 288/901 yılında Karmatilerin eline geçti. Ebu Said karargahını el-Ahsa’da (el Hasa) kurmuştu. Burası kendisinden sonra gelen ikinci dainin yönetimi sırasında, 314/926 yılında güçlü bir surla çevrilerek Bahreyn’ deki Karmati devletinin başkenti olacaktır. Karmatiler, Bahreyn’in ardından Yemame ve Umman’ı da kapsayan komşu bölgeleri denetimleri altına aldılar. Bu başarılarının sonunda Ebu Said yaklaşık iki yüz yıl yaşayacak ve yalnızca Abbasiler için değil, Fatımi halifeliği için de tehdit oluşturacak bir devletin temelini atmış oluyordu. Ebu Said’in yaydığı dava, açıkça belirli bir toplumsal program içermiyorsa da özelikle, mülkiyet, tarımsal toprakların kullanımı, kamu harcamalarının dağılımı ve yoksullara ve acizlere yönelik çeşitli biçimlerdeki devlet yardımları bakımdan eşitlikçi ve komüncü ilkelerin Bahreyn Devletinin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamış olduğu anlaşılmaktadır. Kamuya ait işlerin yönetiminde Ebu Said ve ardıllarının önemli kararları bazı üst düzey görevlilerle etkili ailelerin temsilcilerinden oluşan İkdaniyye denilen bir meclise danışılarak alınmakta idi.

Karmati toplumunun refah ve huzurundan devletin sorumlu olması ve Bahreyn’de kurulan dikkate değer düzen İbn Havkal’in beğenini kazanmıştır. Ayrıca 1051 yılında el-Ahsa’yı ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev bölgede hala Karmatilerin ilk liderlerinden birinin adıyla anılan (Ebu Saidiler) Karmatilerinin faaliyetlerini hayranlıkla ifade etmiştir.

287/900 yılının Nisan (rebiülahır) ayında Karmatiler, Bahreyn’de oldukça büyük bir güce sahip oldular. Artık köylere akınlar düzenlemeye başladılar. Karmatiler Bahreyn’in eski başkenti ve Abbasi valisinin ikamet yeri olan Hecar’ın dış mahallelerini ele geçirmişler ve halka bir hayli eziyet etmeye başlamış ve bir kısmı da Basra’ya kadar yaklaşmışlardı. Bunun üzerine Muhammed el Vasiki halifeye bir mektup yollayarak yardım istediğini belirtmişti. Halife, içinde üç yüz kişi bulunan birkaç gemi yolladı. Ayrıca Mutezıd Basra işlerini yönetecek birisinin seçilmesini emretmişti. Bunun üzerine el Abbas b. Amr el Ganari Fars bölgesindeki görevinden azledilerek kendisine Yemame ve el Bahreyn ikta edilip emrine 2000 asker verilerek Karmatilerle muharebe etme talimatı verilmişti. Abbas b. Amr el Ganavi Basra’ya doğru hareket etmiş bu vesileyle el Abbas’ın etrafında çok sayıda gönüllü asker ve hizmetçi toplanmıştı. Abbas b. Amr el Ganavi yanındaki ve emrindeki bu kuvvetlerle önce Ebu Said el Cennabi üzerine yürüyüp onunla akşam üzeri karşılaşmış ve iki taraf hemen savaşa başlamışlardı. Ancak gece karanlığının bastırması üzerine birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Gece olunca Abbas’ın yanında bulunan ve sayıları üç yüz olan Beni Dıbba Arapları el Abbas’ın ordusundan ayrılıp Basra’ya kaçmaya başladılar. Bunları gören Basra gönüllüleri de hemen bunların peşlerine takılıp ordudan ayrılıp gitmeye başladılar. Ertesi sabah el Abbas erkenden savaşa başlamış ve aralarında şiddetli çarpışmalar meydana gelmişti. Bu çarpışmalar sırasında el Abbas’ın yanında bulunan Ahmed b. İsa b. eş-Şeyh’in kölesi Necah, sol kuvvetlerinin başında yanında bulunan yüz adamla birlikte Ebu Said el Cennabi’nin sağ kuvvetleri üzerine harekete geçmişti. Onları, ilk anda dağıtır gibi oldularsa da son fertlerine kadar yanındakilerle birlikte ölüp gitmişlerdi. Bunun üzerine Cennabi yanındakilerle birlikte el-Abbas’ın askerleri üzerine hücuma geçmiş, onları mağlup ederek el-Abbas’ı da esir almışlardı. Ayrıca el Cennabi el Abbas’ın ordugahında bulunan herşeye de el koymuştu. Ertesi gün bütün esirler el Cennabi’nin huzuruna getirilmiş ve hepsinin öldürülmesini ve sonra yakılmasını emretmişti. Savaş Ağustos (Şaban) ayının sonlarına doğru sona erdi. el-Cennabi zaferinden sonra Hecer kentine girmiş ve halkına eman vermişti. Savaştan kaçıp kurtulmayı başaran yiyeceksiz insanlar, Basra’ya doğru yola koyulmuşlardı. Yolda Benu Esed kabilesinden beraberinde yiyecek, giyecek ve su bulunan yaklaşık 400 kişilik bir atlı ile karşılaştılar. Benu Esed kabilesi savaştan kaçıp kurtulan bu insanları öldürdüler.

Cennabi el Abbas’ı yanında birkaç gün tuttuktan sonra onu serbest bırakmış ve ona; “Haydi Kalk! Adamının yanına git ve gördüklerini ona anlat” diyerek bir deveye bindirip sahile kadar ulaştı. Cennabi, oradan da gemiye binerek Ubulle’ye, Ubulle’den Bağdat’a bu yılın Ramazan (Eylül) ayında ulaşmıştı. El-Abbas ise Ramazan’ın yedisinde Halife Mutezid’in huzuruna vardı. Halife ise derhal onu görevden azletti. Böylece bu uzun kuşatmadan sonra Hecer 288/901 yılında Karmatilerin eline geçti. Ebu Said karargahını el Ahsa’da (el Hasa) kurmuştu. Daha sonra Yama’yı aldı sonra da Omar’a taarruz etti. Bu yılın Ekim-Kasım ayında, et­ Tevi’nin kölesi olan Bekr, Karmatiler üzerine yürüyüp onları gafil avlamış, Meysan ve çevresindeki yerleşim bölgelerinde onlardan çok kimseyi öldürmüştü. Ancak bunların büyük bir kısmı çiftçilikle uğraştıkları için Sevad bölgesinin harap olacağını düşündüğünden daha fazla üzerlerine varmamış, yalnız reislerinden birini yakalatıp öldürtmüş ve onlara karşı bir zafer elde etmişti. 290/902-903 yılında Bahreyn emiri (valisi) İbn Banu, Karmatilerin kapandığı bir kaleye hücum ederek Ebu Said el Cennabi’nin bir yakınını burada yakalayıp onlarla savaşa girişmiş Karmatileri mağlup etmişti. İbn Banu bu muharebede Ebu Said el Cennabi’nin veliahdını katletmiş ve başını keserek İbn Banu ‘ya göndermiştir. İbn Banu bu kesik başı alıp el Katifin önüne giderek şehri fethetmiştir.

301/913-914 yılında Karmatilerin lideri Ebu Said el Hasan b . Behram el Cennabi öldürüldü. Sicilyalı hizmetçisi el-Cennabi’yi hamamda öldürmüştü. Cennabi’yi öldürdükten sonra hizmetçi dışarı çıkmış orada bulunan Karmatilerin ileri gelen reislerinden birinin kulağına “Efendimiz sizi istiyor” demiş, adam içeri girdiğinde hizmetçi bunu da aynı şekilde öldürmüş. Hizmetçi dört kişiyi bu şekilde öldürdükten sonra beşinci kişi durumdan şüphelenmiş ve hizmetçinin elinden tutarak bağırmaya başlamış, bu sesleri duyan çevredeki insanlar olayın bulunduğu yere gelmişler. Olayı öğrendiklerinde önemli Karmati reisleri ölmüş geriye ise bunlara sebep olan hizmetçiyi öldürmek kalmıştı. Ebu Said el Cennabi’nin öldürülmesi olayında, kendisini Mehdi olarak ilan eden ve Bahreyn Karmatilerin faaliyetlerini kendisi için tehlike olarak gören büyük reis Ubeydullah’ın tertip ettiği ileri sürülmüştür. Bu durum Fatımi-Bahreyn Karmati ilişkilerini sarsmıştır. Ebu Said el Cennabi kendisinden sonra yerine geçmek üzere veliahtlığa oğlu Said’i tayin etmişti. Said evlatlarının en büyüğü idi. Ancak büyük oğlu idareyi yürütemeyince küçük kardeşi Ebu Tahir Süleyman babasının liderlik koltuğuna oturdu.

Ebu Said el Cennabi’nin öldürülmesinden önce Bahreyn’in Hecer, el Ahsa (Lahsa, el Hasa) el-Katif ve et-Taif gibi şehirlerine tamamen hakim duruma gelmişti. Abbasi halifesi el Muktedir Karmati reisi Ebu Said’in İslam bütünlüğünü zedelememesi için arayı düzeltmek istemiştir. Bu amaçla halife Muktedir, Karmati lideri Ebu Said’e son derece yumuşak bir üslupla bir mektup yazıp Müslüman esirlerden yanında kimlerin bulunduğu sormuş, ayrıca mektubunda onunla münazara yapabileceğini bildirmiş ve girdiği bu mezhebin sapık bir mezhep olduğu konusunda deliller ileri sürüp kendisine tatlılık ve yumuşaklıkla yaklaşmıştı. El-Muktedir, elçilerle birlikte Ebu Said’ e verilmek üzere bir mektup göndermiş ancak giden elçiler Basra dolaylarına vardıklarında Ebu Said’in öldürüldüğü haberini almışlar, bunun üzerine el Muktedir’e haber gönderip Ebu Said’in öldüğünü söylemişler, ancak el Muktedir elçilere gönderdiği haberde yollarına devam etmelerini ve mektubu yerine geçen oğluna götürmelerini emretmişti. Ebu Tahir Süleyman’a mektubu ulaştırmışlar, o, esirleri serbest bırakarak elçilerle birlikte Bağdat’a göndermiş ve gelen mektuba cevap yazmıştı.

Muktedir’in halifeliği, İbn Furat ile İbn Cerrah arasındaki tartışmalarla geçti. Halifeliği esnasında Fatımi, İhşidi ve Hamdani devletleri kurulmuş ayrıca Karmatiler yeniden ayaklanmıştır. 307 (919/920) ve 311 (923/924) yılının Rebiülahir ayında Ebu Tahir Süleyman b. Ebi Said el Heceri Basra’ya doğru harekete geçerek 2700 kişi ile şehrin önüne gelmiş ve ellerinde bulunan kıldan örülü ip merdivenleri şehir surlarına atarak adamlarıyla birlikte şehrin surlarına tırmanmış ve kapıları açıp nöbetçileri öldürmüşlerdi. O dönemde Basra valisi Sebük el Müflih’i idi. Seher vaktine kadar şehre girenlerin Karmati olduklarının farkına varamayıp bedevi Araplar olduğu zannetmişti. Hemen harekete geçerek onlarla çarpışmaya girişmiş, ancak Sebük el Müflihi’yi öldüren Karmatiler, Basra halkını kılıçtan geçirmeye başlamışlardı. Halk çöle doğru kaçmaya başlamış, savaşabilenler de Karmatilerle on gün kadar savaşmışlardı. Karmatiler, Basra halkına karşı galip gelerek onlardan bir hayli adamı öldürmüşlerdi. Bir çok kimse kaçıp kurtulmak için kendisini nehre atmış ve boğularak öldürülmüştü. Ebu Tahir Basra’da on yedi gün kadar ikamet edip taşıyabildiği mal, eşya, kadın ve çocukları alıp kendi memleketine geri döndü. Bu olaydan sonra el Muktedir Basra valiliğine Muhammed Abdullah el Fariki’yi tayin etti. Karmati el Beceri’nin Basra’dan ayrılmasından sonra yeni vali Basra’ya gitti.

Yine 311 (924-925) yılının hac mevsiminde Mekke’den dönmekte olan hacıları karşılayıp yakalamak ve yollarını kesmek üzere Ebu Tahir el Karmati askerleriyle birlikte “Hebir” denilen yere gitmiş ve ilk gelen hac kafilesine (Hubeyr) saldırmıştı. Bu hac kafilesi de yılın en büyük kafilesi idi, kafilede Bağdat ve diğer vilayetlerin hacıları da vardı. Ebu Tahir el Karmati kafilenin yolunu kesip mallarını yağmalamıştı. Karmatilerin bu hac kafilesini bastığı haberini alan diğer hacılar “Feyd” denilen yerde bulunuyorlardı. Bunun için burada ikametlerine devam etmiş ellerindeki yiyecekleri tükeninceye kadar burada kalmışlardı. Ancak yiyecekleri tükenince süratle hareket ederek yollarına devam etmişlerdi.

Ebu’l Heyca b. Hamdan, Hacılara Feyd şehrinde kalmalarını veya Vadi’l Kurra’ya dönmelerinin kendileri için daha faydalı olacağını önerdi. Ancak onlar yolun uzayacağını düşünerek bu önerileri dikkate almayıp Kufe’ye giden yolu takip ettiler. Dolayısıyla Karmatilerin ağına düşmüş oldular. Karmatiler bu kafileye hücum ederek Ebu’l Hayca, Ahmed b. Keşmird, Nihrir’de el Muktedir’in annesinin amcası olan Ahmed b. Bedr’i esir almışlardı. Karmati reisi Ebu Tahir, hacıların elinde bulunan bütün develere ve mallara el koyarak kadınları ve çocukları esir alıp Hecer’e geri dönmüş ve hacıların erkeklerini çölde açlık ve susuzlukla baş başa bırakmıştı. Şiddetli sıcağın etkisinde çoğu vefat etmişti. Karmati reisi Ebu Tahir o zaman on yedi yaşlarında bir genç idi. Hacılara saldırmış olması Abbasileri alt üst etti. Halife el Muktedir, Karmatilerin Kufe’ye girmelerini engellemesi için Yakut’un buraya gitmesini emretmiştir. Bunun üzerine Yakut, Muzaffer ve Muhammed isimlerindeki iki oğlunu alarak harekete geçmiş ve bu ordu için muazzam masraflar yapılmıştı. Ancak tam o sırada Karmatilerin geri döndüğü haberi ulaşınca Yakut Kufe’ye gitmekten vazgeçmişti.

312 /924-925 yılında Karmati reisi Ebu Tahir Kufe’ye girdi. Ebu Tahir daha evvel esir aldığı ve aralarında İbn Hamdan’ın da bulunduğu hacıları serbest bırakıp, el Muktedir’e haber göndererek kendisine Basra ve Ahvaz’ı vermesini istemiş, ancak el Muktedir onun bu isteğini reddetmişti. Bunun üzerine Ebu Tahir hacca gitmek üzere Hecer’den hareket etti. Halife, Karmati belasından kurtulamayınca 314 yılında Yusuf b. Ebi’ s Sac’ı İslam devletinin bu problemli bölgelerin yönetimine getirmiştir. Bu bölgenin vergilerini toplayıp komutan ve askerlere harcamasını emretmiştir. Daha sonra Azerbaycan’dan Bağdat’a yanına gelmesini istemiştir. Halifenin Yusuf b. Ebi’s Sac’ı Bağdat’a çağırmasının sebebi Vasıt’ a gidip orada Karmati reisi Ebu Tahir ile savaşmak üzere Hecer’e gitmesini sağlamaktı. Bunun üzerine Yusuf b. Ebi’ s Sac Vasıt’a yönelmiştir. Bu sıralarda Mu’nis el Muzaffer, Vasıt’ta bulunuyordu. Yusufun buraya gelmesi üzerine Mu’nis Bağdat’a çekilip orada karargah kurmuştu. Diğer Karmatilere karşı ordusunu besleyip onlarla iyice savaşabilmek ve askerlere yardım etmek üzere Yusuf b. Ebi ‘s Sac ‘a Hemedan, Save, Kum, Kaşan, Basra ve Kufe ile Masebezan gibi yerlerin gelirleri ve haraçları kendisine verilmişti. Tabii bu memleketlerin haracının Yusuf b. Ebi’ s Sac’a tahsis edilmesi fikri ve bu tedbirlerin alınması için işleri yoluna koyan yeni vezir Ebu’l Abbas el Husaybi idi.

Abbasi halifesi bunları organize ederken Karmati reisi Ebu Tahir de aynı yıl içinde 314/926-927 Mekke’ ye doğru yönelmeye başladı. Bunu haber alan Mekke halkı çoluk çocuklarım ve mallarını korkularından dolayı Taif ve diğer şehirlere taşıdılar. Karmatilerin kentlere saldırması ve yağmalarının sonu gelmiyordu. Bir yıl sonra 315 (927-928) yılında ise Ebu Tahir el Karmati askerlerinin Hecer’den hareket ederek Kufe’ye doğru hareket ettikleri haberi el Muktedir’e ulaşmıştı. Bir süre sonra Basra’dan gelen haber Karmatilerin artık Kufe yakınlarında konuşlandığını gösteriyordu. Bu haberler üzerine Halife el Muktedir Yusuf b. Ebi’s Sac’a yazdığı mektupta gelen haberleri anlatmış Kufe’ye doğru harekete geçmesini emretmişti. Yusuf da Vasıt’tan hareket ederek bu yılın (Ramazan ayı sonu) 927 Kasımının sonunda Vasıt şehrinden Kufe’ye doğru hareket etti. Sultanın vekilleri, Yusuf b. Ebi’s Sac ve askerlerinin konuşlanacağı yeri temin etmeye başlamışlardı. Ancak Karmati reisi Ebu Tahir’in Kufe’ye ulaşması üzerine sultanın askerleri buradan kaçmış ve Karmatilerin reisi Ebu Tahir, Kufe’ye ve burada kurulan karargahlar ve karargahlardaki yiyecek ve silahlara el koydu. Ele geçirilen bu yiyecek maddelerinden yüz Irak ölçeği un ve bin Irak ölçeği de arpa vardı. Karmatilerin elindeki yiyecek ve yem maddeleri tükenmiş olduğundan ele geçirdikleri bu un ve arpa ile yeni baştan güç kazanmıştı.

Yusuf b. Ebi’s Sac, Karmatilerin Kufe’ye ulaşmasından bir gün sonra 8 Şevval (6 Aralık) Cuma günü Kufe’ye ulaşarak Karmati ve Kufe arasına yerleşti. Yusufb. Ebi Sac Kufe’ye gelir gelmez Ebu Tahir’e halife’ye itaat etmesini içeren bir mektup yazmıştı. Bunu yapmadığı taktirde pazar günü onlarla savaşmak üzere vaatleşmişti. Bunun üzerine Ebu Tahir de: ” Allah’tan başkasına itaat etmeyiz. Yarın sizinle muharebe edeceğiz,” diyerek halifeye itaati reddetmişti.

(928-929) yılında Karmatiler Enbar’dan çekilince Mu’nis el Hadım da Bağdat’a geri dönüp, 3 muharrem (27 Şubat 928) günü Bağdat’a ulaşmıştı. Ebu Tahir el Karmati ise Fırat Nehri yoluyla ed Daliye’ye doğru gitmiş, orada yaşayan halkın bir kısmını katlederek oradan Rahba’ya hareket etmişti. 4 Mart (8 Muharrem) günü Rahba’ya vararak halkının karşı koyması üzerine onlara karşı şiddetle savaşmış ve sonunda galip gelmişti. Bundan sonra Mu’nis el Muzaffer’e Rahba’ya doğru harekete geçmesi emredilmiş hemen Sefer (Mart-Nisan) ayında harekete geçip Musul yolu ile Rebiülevvel (Nisan-Mayıs) ayında bölgeye varıp karargahını kurmuştu. Bu arada Karkisya halkı Ebu Tahir’ e haber gönderip ondan eman dilemişler, o da vermişti. Ancak bu eman karşılığnda Ebu Tahir gündüzleri hiç kimsenin evinden çıkmamasını istemiş ve bu isteği kabul edilmişti.

Ebu Tahir, el Cezire bölgesinde yaşayan bedevi Araplar üzerine bir askeri birlik göndererek buraları yağmalamış ve mallarına el koymuştu. Ayrıca Ebu Tahir, her yıl Hecer’ e gönderilmek üzere adam başına bir dinar vergi ödemelerini şart koşmuştu. Sonra Ebu Tahir, Rahba’ya doğru hareket etmiş ve adamları Rabaz’a girerek şehir halkından otuz kişiyi öldürmüşlerdi. Ancak er Raleka halkı er Rabaz (Rabz) halkına yardım etmiş, böylece Karmatilerden bir grubu öldürmüşlerdi. Onlarla üç gün müddetle savaştıktan sonra Karmatiler, Rebüiülevvel ayının sonlarına doğru geri çekilmişlerdi. Karmatiler kuzeye doğru Resu’l Ayn ve Kefertusa’ya askeri birlikler sevk etmiş, buranın halkı Karmatilerden eman dilemiş, onlar da vermişlerdi. Diğer taraftan Sincar üzerine yürüyen Karmatiler, Cibal bölgesini yağmalayarak Sincar’da karargah kurmuşlar ve halkının isteği üzerine Sincarlılara eman vermişlerdi. Mu’nis ise bu sıralarda Musul’a varmış ve Karmatilerin Rakka’ya doğru hareket ettiklerini haber almıştı. Bunun üzerine süratle yoluna devam edince Ebu Tahir Raleka’dan Rahba’ya geri dönmüştür. Karmatilerin Raleka’dan ayrılmasından sonra Mu’nis buraya varmıştı. Karmatiler Heyt’e ulaşmış, fakat buranın halkı şehir surlarını iyice tahkim ettiklerinden Karmatilerle savaşa tutuşmuşlar ve sonunda Karmatiter Heyt’ten Kufe’ye dönmüşlerdi. Karmatilerin Kufe’ye geri döndükleri haberi Bağdat’a ulaşınca onlarla savaşmak üzere Harun b. Garib ve Benni b. Nefıs ile Nasr el Hacib onlara karşı çıkmışlardı. Ancak Karmatiler İbn Hubeyre köşküne kadar ulaşmış ve burada yaşayan bir gurup adamı öldürmüşlerdi. Nasr el Hacib Karmatiler üzerine giderken yolda ateşli bir hastalığa tutulmuş ve bir hayli soğuk almıştı. Karmatiler onlara yaklaştığında Nasr’ın savaşabilme yerinden hareket edebilme gücü bulunmuyordu. Bu nedenle yerine Ahmed b. Kiğlak (Kayığlık)’ı görevlendirmişti. Bu arada Nasr el Hacib’in hastalığı bir hayli şiddetlenmiş ve bu yüzden dili tutulunca Bağdat’a geri götürülmüştü. Nasr Ramazan ayı sonunda yolda öldü. Nasr’ın yerine ordu komutanlığına Harun b. Garbi tayin edilmiş ve el Muktedir’in hacibliğine de Nasr’ın oğlu Ahmed getirilmişti. Bundan sonra Karmatiler buradan çekilip el Beriyye’ye doğru hareket etmişler, Harun b. Garib de askerleriyle birlikte geri dönerek Şevval ayının bitimine sekiz gün kala Bağdat’a girmişti.

Yine bu yıl içinde Sabit b. Sinan’a göre Ebu Tahir hareketine devam etmiş ve Sevad’dan on bini aşkın kişiyi mezhebine katmıştır. Bunların başına da Vasıt’ta bulunan Hureys (Haris) b. Mesud’u başkan yapmıştı. Aynı şekilde Aynu’t Temr şehrinden de birçok kişi Ebu Tahir’in mezhebine girmişti. Bunların da başına İsa b. Musa’yı tayin etmişti. Zira İsa b. Musa Mehdi’ye taraftar toplayanlardan biriydi. Ebu Tahir bunu Kufe’ye yollamış ve oradaki yöneticileri görevden alarak haracın kendisi tarafından toplanmasını emretmişti. Haris (Hureys) b. Mesud’u ise el Mevfıki (el Muvaffaki) arazilerine yönetici olarak atamıştı. Dolayısıyla Haris bu bölgeyi istila etmiş kadınları köle olarak kullanmış malları yağmalamış ve istediğini asıp kesmişti. İbnü’l Hureys (Haris) b. Mesud’un el Muvaffaki (veya el Mevfiki) arazilerinde büyük bir ev yaptırarak ona Daru’l Hicr adını vermiş buradan propaganda faaliyetlerini yürütmüş ve aynı zamanda bölgeyi yağmalamaya çalışmıştır. Fakat Hureys b. Mesud ve İsa b. Musa’nın bu keyfi uygulamaları belli bir süreye kadar devam etti. Bu dönemde harp işlerinin başında bulunan Benni b. Nefis onlarla savaşmaya giriştiyse de mağlup edilmişti. Bunun üzerine el Muktedir Billah Hureys b. Mesud ve yanında bulunanların üzerine Harun b. Garib’i; İsa b. Musa ve yanındakilerin üzerine Kufe’ye de Safi el Basri’yi göndermişti. Harun ve Safi üzerlerine gönderildikleri Karmatileri mağlup ederek dağıtmışlardı. Ayrıca onlardan bir kısmını esir almış ve esirlerden çok daha kalabalık bir kitle de öldürülmüş, sancaklarına da el konulmuştu. Bu sancak beyaz bezden yapılmış olup üzerinde Kur’an-ı Kerim’den bir ayet yazılmış idi.  Bu sancaklar da halifenin ordusu tarafından alınıp Bağdat’a getirilmiştir. Böylece Karmatilerin Sevad bölgesindeki hakimiyetlerine son verilmiş ve böylece insanlar onların tahriplerinden kurtulmuş oldular.

317/929-930 yılında Halife’nin emriyle Mensur ed-Deylani önderliğinde bir hac kafilesi Bağdat’tan Mekke’ye hareket etti. Hacılar yolda hiçbir engelle de karşılaşmamışlardı. Ancak Ebu Tahir arkalarına düşmüş ve onlara Terviye gününde Mekke’ ye ulaşmıştı. Hacıların Arafat’ a çıkışlarından birkaç saat önce onlara saldırmış, onlarla savaşmış, onlardan bir kısmını kılıçtan geçirmiş ve mallarını yağmalamıştı. Bunlarla da yetinmeyen Ebu Tahir Karmati, diğer bir kısmını da bizzat Beytü’l Harem’in içinde katletmiş ve katlettiği kişilerin cesetlerini de Zem­ zem Kuyusuna atmıştı. Daha sonra da Kabe ‘nin oluğunu sökmesi için bir adamını yukarı çıkarttı, ancak adam çıktığı yerden düşerek öldü. Geri kalan ölülerin hepsi namazları kılınmadan ve kefenlenmeden Mescidü’l Harem’de defnedilmişti. Akabinde Ebu Tahir, Kabe’nin örtüsünü almış kendi yandaşları arasında pay etmiş ve Mekke halkının evlerini talan ederek kendi yandaşları arasında bölüştürmüştü. Ayrıca Kabe’deki Hacerü’l Esved’i sökmüş ve Hecer (Hicr)’e yollamıştı.

Karmatilerin yapmış olduğu bu son olay İslam dünyasının tepkisini çekmiştir. Hatta aynı ideolojik temele dayanan İfrikiyye’de bulanan Ebu Muhammed el Mehdi, olayı işitince Ebu Tahir’in bu yaptıklarını kınamış, Ebu Tahir’i lanetlemiş ve kendisine: “İsmini gece ve gündüzlerin silemeyeceği kara bir lekeyle tarihe yazdırdın” diyerek onu lanetleyerek uyarmıştır: “Yapmış olduğun bu iğrençliklerden ötürü devletimize, şiamıza ve davetçilerimize küfür, zındıklık ve inkar sıfatlarıyla tanınmalarına neden oldun. Şayet Mekke halkının talan edilmiş mallarını geri vermez, Hacerü’l Esved’i yerine götürmez ve Kabe’nin örtüsünü iade etmez isen bilmiş ol ki karşı koyamayacağın bir ordu üzerine yollarım. Ve bilmiş ol ki karşı kayamayacağın dünya ve ahirette şeytandan beri olduğum gibi senden beriyim, yapmış olduğun bu kötü işlerden Allah’a sığınırım. Eğer emrettiğim şeyleri yapmaz isen aramızda kılıçtan başka bir şey olmayacaktır, ey Allah’ın ve bütün insanların düşmanı”

Ebu Tahir el Karmati bu mektubu alınca, ileride kaydedeceğimiz gibi Hacerü’l Esved’i iade etmek zorunda kalmışlardır. 317/929-930 yılında Irak hacıları Karmatilerin Mekke yolunu kesmeleri üzerine Mekke’ye Şam yoluyla gitmişler ve Ramazan ayının başında Musul’a oradan da Şam’a gitmişlerdi. 322/933-934 yılında Halife’nin hacibi Muhammed b. Yakut, Karmatilerin reisi Ebu Tahir’e bir mektup yazarak onu halifeye itaat etmeye davet etmiş, buna karşılık elinde bulundurduğu toprakların kendisine bırakılacağı ve arzu ettiği herhangi bir eyaletinde başına tayin edileceğini bildirdi. Ayrıca kendisine bir sürü İhsanlarda da bulunulacaktı. Ebu Tahir’den bütün bunlara karşılık hacılara saldırmaktan vazgeçerek Hacerü’l Esved’i Mekke’ye geri getirilmesi isteniyordu. Ebu Tahir hacılara saldırmamayı kabul etmiş, yollarını kesmeyeceğini söylemiş, ancak Hacerü’l Esved’i Mekke’ye götürme teklifini reddetmişti. Aynca Hecer bölgesinde halife adına hutbe okutması karşılığında kendisine Basra’dan gıda maddelerinin gönderilmesini teklif etmişti. Bu yıl hacılar Mekke’ye gidip gelmiş ve Karmatiler onlara saldırmamıştı.

934 yılında Ebu Tahir el Karmati’nin adamlarından bir grup Tevvac dolaylarına gemilerle gelip karaya çıkarak etrafa dağılmışlardı. Bunlar gemilerden uzaklaşınca buranın valisi gemileri yakmak üzere adamlarını göndermiş ve halkı Karmatilerle savaşmaya davet edip onlarla çarpışmalara girişerek bir kısmını öldürmüş, bir kısmını da esir almıştı. Esir alınanlardan birisi Karmatilerin ileri gelenlerinden ve reislerinden olan İbn el Gumur idi. Tevvac valisi, yakalanan bu Karmatileri el Kahir Billah’ın döneminde Bağdat’a göndermiş ve el Kahir bunları hapse atmıştı. Daha sonra bunların, el Kahir’in görevinden azli sırasında önemli bir rol oynamışlardır.

Daha sonra Sabit’in yıl olarak H. 323 olarak verdiği İbnü’l Esir’in de H. 324//934-935 tarihini verdiği olay vuku buldu. Bu yılda Bağdat’tan çıkan hacılar Kadisiye’ye vardıklarında 12 Zilkade (13 Ekim) günü Ebu Tahir Karmati ile karşılaşmışlar ve kim olduğu bilmeden onunla çarpışmalara girişmişlerdi. Halifenin askerleri Karmatilere karşı hücuma geçerken hacılar da onlara yardım etmiş, ancak çarpışmalar neticesinde hacılar Kadisiyye’ye sığınmak zorunda kalmışlardı. Bunun üzerine Kufe ‘de bulunan Şiiler hacılara dokunmaması için Ebu Tahir’ e aracılıkta bulunmuşlar, o da hacılara saldırmaktan vazgeçmiş ancak bu yılda hac etmeyip Bağdat’a geri dönmüşlerdi. Böylece Irak’tan bu yılda hacca giden kimse olmamıştı. Daha sonra Ebu Tahir Kufe’ye hareket ederek burada birkaç gün ikamet etmişti.

Bu sırada İbn Raik ile el Beridi arasında çeşitli sebeplere dayanan anlaşmazlıklar ve çatışmalar ortaya çıkmıştı. Karşılıklı suçlamalar ayrıca el Bendi’nin Mehdi kalesine yardım ettiği iddiası çatışmanın boyutunu değiştirmiştir. El Beridi de İbn Raik el Kufi’yi el Berid ile işbirliğiyle suçlayarak azletmek istemişti. Ancak İbn Raik’in son derece güvendiği Ebubekir Muhammed b. Mukatil, böyle davranışına engel olmuştu bundan dolayı da İbn Raik hemen Kufi’ye emir verip el Beridi ‘ye mektup yazarak yapmış olduğu bütün işlerden dolayı kınamasını ve askerlerini Mehdi kalesinden çekmesini istemişti. El Kufi bu emre uyup el Beridi’ye gerekli şekilde mektup yazmış, ancak el-Beridi verdiği cevapta kendisinin buraya asker yığının sebebinin Basra halkının Karmatilerden korkması olduğu. İbn Yezdad’ ın Basra halkını korumaktan aciz düştüğü ve Basralılann bu korkusundan dolayı askerlerine yapışıp kaldıklarını yazmıştı. Bu arada Ebu Tahir el Karmati, 23 Rebiülahir (10 Mart) günü Kufe’ye gelmiş, İbn Raik de hemen askerleriyle birlikte İbn Hubeyre karşısına çıkıp el Karmati’ye haber göndermiş, ancak aralarında herhangi bir görüşme ve mektuplaşma olmadan el Karmati kendi memleketine geri dönmüş, İbn Raik de oradan Vasıt’a doğru hareket etmişti. Ebu Tahir el Karmati, Kufe’ de birkaç gün kaldıktan sonra burayı da terk etmişti.

Artık Karmatilerin durumu iyice bozulmaya başlamıştı. Zira birbirlerini öldürmeye başlamışlardı. 326/937-938 yılı bu rahatsızlıklar artık gün yüzüne çıktı. Hatta İbnü’l Esir bu yılın 12 Zilkade gecesinde yani Ebu Tahir el Karmati’nin hacılara saldırdığı gecede daha önce benzeri görülmemiş bir sürü yıldızın gökyüzünde kayıp durmasını Karmatilerin durumunun kötüye gittiğinin bir göstergesi olarak görmüştür. Karmati reisi Ebu Said’in yakın adamlarından ve onun sırlarını bilen ileri gelenlerinden İbn Sencer adında bir kişi vardı. Karmati grubu içindeki rekabetten kaynaklanan rahatsızlıkla İbn Sencer, Ebu Hafs eş Şerik ile arasında bir düşmanlık bulunuyordu. Bu çatışma Ebu Tahir’in koltuğunu da sarsacak bir boyuta gelmişti. Bu amaçla Ebu Tahir bu tarzdaki hareketleri önlemek için kardeşleriyle birlikte katı kurallarla karışıklıkları önlemeye çalışmıştır.

330/941 -942 yılında el Beridi Bağdat’ı istila etti ve adamlarıyla birlikte şehri yağmaladılar. Halk perişan bir duruma düşmüştü. El Beridi’nin bu istilası esnasında onunla birlikte hareket eden, onun yanında olan bir grup Karmati bulunuyordu. Bu Karmatilerle Türkler arasında çarpışmalar meydana gelmiş, Karmatiter mağlup olup şehri terk etmişlerdi. 332/943-944 yılında Abdullah el Beridi’nin ölümü üzerine kardeşi Ebu’l Hüseyin yerine geçmiş, halka ve askerlere karşı son derece kötü davranmıştı. Bundan dolayı askerler ona karşı isyan etmiş ve onu öldürüp yerine kardeşi Abdullah’ın oğlu Ebu’l Kasım’ı getirmek istemişlerdi. Bunu haber alan Ebu’l Hüseyin kaçıp Hecer’e gitmiş ve Karmatilere bildirerek yardım istemişti. Ebu Tahir el Karmati’nin taraflarından bir grup onunla birlikte Basra’ya yönelmiş, fakat Ebu’l Kasım’ın burayı ele geçirip koruma altına aldığını görmüşlerdi. Zaten Basra’ya varır varmaz onlara karşı koyup geri püskürtmeye çalışmışlar, fakat Karmatiler şehri bir müddet muhasara altında tutmuşlardı. Karmatilerin bu muhasaradan bir hayli canları sıkılınca Ebu’l Kasım ile amcası arasını bularak geri dönmüşler, Ebu’l Hüseyin Basra’ya girip buradan bir hayli adamını donatmış ve Bağdat’a giderek Tüzün’ün emrine girmişti.

332/943-944 yılının Ramazan ( Nisan-Mayıs) ayında Karmatilerin reisi Ebu Tahir el Heceri çiçek hastalığına yakalanarak öldü. Ebu Tahir’in üç kardeşi vardı. En büyükleri Ebu’l Kasım Said b. el Hasan olup diğer kardeşi Ebu’l Abbas el Fazi b el Hasan ile Ebu Tahir’ e destek olup onunla aynı görüşleri paylaşıyor ve Karmatiler arasında ileri seviyede yer almakta idi. Ancak üçüncü bir kardeşleri vardı ki, onlara pek katılmıyor, sürekli olarak içki ve eğlenceye kaptırmıştı. Karmatiler 339/950-951 yılında Hacerü’l Esved’i Mekke’ye iade ettiler. Bu olayı anlatan Sabit b. Sinan ve İbnü’l Esir; Beckem’ in Hacerü’l Esved’i geri getirmeleri için Karmatilere elli bir dinar para ödemeyi teklif etmişse de bu teklifi kabul etmediler. Ancak bu yılın Zilkade (951 Nisan-Mayıs) ayında herhangi bir şey talep etmeksizin önce Kufe’ye getirip Kufe Camiine asmışlar, halk görsün diye burada bir müddet kaldıktan sonra Mekke’ye geri götürülmüştür. 317 yılında Kabe’den almış oldukları Hacerü’l Esved’ i 339 yılında Mekke’ye iade etmişlerdir. Bu iade işleminde Afrika’daki Fatımi halifesi’nin ısrarı da etkili olmuş olabilir.

Bu olay İslam dünyasının Karmatilerle ilgili değerlendirmelerinde de etkili olmuştur. Sunni İslam dünyası Fatmi-Karmati yakınlaşmasına kendi siyasi ve sosyal hedefleri açısından olumsuz bakmışlardır. Nitekim Selçukluların Abbasi halifelerini koruma çabaları Selçuklular ile İsma’ili-Fatımilerin karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Fatımi faaliyetleri 447/1055’de Sünni Selçuklular döneminde bile, propaganda edilerek başarılı bir şekilde doğu topraklarında devam ettirilmiştir. Fatımı halife-imamı el-Mustansır’ın (427-487/1036-1094) ilk on yıl hakimiyeti döneminde Fatımi propagandası Karmati gruplarının varlığının neredeyse tamamının durdurulduğu İran dünyasının birçok topraklarında tesis edilmişti. Bu dönemde Fatımi daileri Irak’ta ve İran’ın çeşitli bölgeleri, özellikle Fars, İsfehan, Rey ve Cibal’in diğer alanlarında etkin oldular. Horasan ve Maveraünnehr’de de aynı şekilde İsma’ili propagandası Samanilerin 395-1005’de yıkılışından sonra, Karahanlı ve Gaznelilerin Samani topraklarını aralarında paylaştığı dönemde başarılı oldu. Bu 436-1044’te Orta Sırderya vadisi toprakları üzerinde doğu Karahanlı devletini kurmuş olan Buğra Han’ın kendi bölgesinde Fatımi daileri tarafından kandınlmış birçok İsma’ili’yi ortadan kaldırmıştır.

Bundan sonraki süreçte Selçuklu devletinin ayrılıkçı gruplarla mücadele ettiğini görmekteyiz. IX.-XII. yüzyıllar arasında ise İslam aleminde, eşitlik esasına dayanarak geniş bir sosyal ve adalet hareketlerinin savunucusu ve uygulayıcıları olarak ortaya çıkan Karmatiler, özellikle kalabalık çiftçi kitleleri arasında geniş ve etkili propagandalara girişerek bazı halk kitlelerinin kendilerine katılmalarını sağlayan gruplarla hem siyasi hem de sosyal alanda mücadele ettiler. Halife Muktefi Biemrillah, dönemin süper gücü kabul edilen Selçuklu sultanı Melikşah’tan yardım istemişti. Bu dönemde Ahsa Karmatileri ayaklanma halinde idi. Bölgede anarşinin mevcut olduğu H. 468/1075’de, Katif ve Üval adasının hakimi Yahya b. el-Abbas idi. Sultan Melikşah’ın mabeyincisi Kiçkine’nin hizmetinde bulunmakta olan İbnüzzerrad adlı bir Şii Basra’da bulunduğu sırada, Katif şehri ileri gelen birkaç kişiyle karşılaşmıştı. Katifliler, İbnüzzerrad’a “Eğer sultan, emirimiz Yahya b. el­ Abbas’a 200 atlı verecek olursa o, bu kuvvetle ve kendi askerleriyle Ahsa’yı Karmatilerden alacak, adına hutbe okutacak ve her yıl da düzenli bir şekilde vergi vereceklerini” belirttiler. İbnüzzerrad bu durumu daha detaylı inceleyebilmek maksadıyla İbn Mahariş el-Ukayli’nin adamlarından Gudaf adlı bedevinin de yardımıyla Katifliler ve Gudaf ile birlikte Katife giderek emir Yahya b. el-Abbas ile durumu müzakere etti. İbnüzzerrad, durumu netleştirdikten sonra Sultan Melikşah ve vezir Nizamülmülk’e bir mektupla durumu bildirdikten sonra Basra’ya döndü. İbnüzzerrad, bu teşebbüsünde başarılı olmadığı için Sultan Melikşah’ın Saray Hacibi Kiçkine’yi, Karmatilerin bulunduğu bölgeleri fethetmesi için teşvik etti. Bunun üzerine Kiçkine, Sultan Melikşah ve vezir Nizamülmülk’ün iznini aldıktan sonra söz konusu bölgenin fethi için hazırlıklara başlayarak Basra’da bulunan İbnüzzerrad’a “Karmati seferi için Basra’da toplanacak kuvvetlere kendisinin de katılacağını ve İsfehan’ dan oraya gelip de yapılacak işler hakkında bir karar verilinceye kadar bu kuvvetlerin başında bulunmasını”, bildirdi. Bunun üzerine İbnüzzerrad ikinci defa Katife gidip döndükten sonra Bağdat’a hareket etti. Bu dönemde Bağdat şahnesi olarak Sadudddevle Gevherayin görev yapmakta idi. İbnüzzerrad, Gevherayin’in Karmati seferi için manevi desteğini almayı başardı. Yapılan antlaşmaya göre Gevherayin’i savaşa katılmayacak, Arapların yardımını sağlayacak ve onların herhangi bir vesileyle yapacakları bir ayaklanmaya mani olmak maksadıyla Basra’da oturacaktı. Gevherayin ve İbnüzzerrad beraberindeki kuvvetlerle Vasıt’a geldiğinde daha önce anlaştığı Gudafda onlara katıldı. Aralarında yapılan antlaşmaya göre, sefer sırasında ele geçirilecek olan ganimetierin on birde birer hissesi halife ve sultana, aralarında bölüşmek üzere, on birde bir hissesi vezir Nizamülmülk ve Saduddevle Gevherayin’e, geri kalan sekiz hisse de dörder hisse halinde, Kiçkine ile İbn Muhariş’in adamlarına verilecekti. Çok geçmeden, daha önce yapılan antlaşma gereğince, Gevherayin’in Basra’ya gelmesi üzerine, Kiçkine, İbnüzzerrad ve Gudaf el-Bedevi, mancınık ve çeşitli silahlarla donattıkları küçük bir orduyla Katife hareket ettiler. Daha sonra kalabalık bir grup halinde Kays ve Kubas kabileleri, onlara karşı yoğun saldırılarına başladılar. Yapılan savaşta başlangıç da kabileler üstün gelmesine rağmen daha sonra Kiçkine’nin kuvvetleri üstün gelerek savaşı kazandı. Kiçkine’nin bu savaşta eline geçen başta çocuk ve kadın tutsakları ait oldukları kabilelere geri vermesi, Kays ve Kubas kabilelerinin reisleri Kiçkine’ye şükranlarını bildirmekten başka değerli armağanlar ve Karmati seferi için kendisine yardım edeceklerini bildirdiler. Aynca 500 atlıyı da onun emrine verdi. Kiçkine’nin güçleri katılımlarla arttı. Katife yaklaştığında kentin emiri Yahya b. Abbas’a Karmatilerle mücadele etmek amacı ile geldiklerini bildirdi. Bu haberden pek de hoşlanmayan Yahya b. Abbas, Kiçkine’ye tehdit dolu bir mektup yazdı.

Yahya b. Abbas mektubunda, “İbnüzzerrad aracılığıyla yapmış olduğumuz antlaşmaya göre, sultan, bana sadece 200 atlı gönderecekti. Ben bunları kendi askerlerim gibi yönetecektim. Başında kumandanı olan bir ordu istemedim. Seninle Karmati mücadelesi için işbirliği yapamam, işbirliği yapacak olsam bu bölgede kendimi güvende hissedemem. Ayrıca Kays ve Kubas kabileleriyle savaş yapmakla çok fena bir iş yaptın. Artık onlar ne sana ne de bana güvenebilirler. Sen, şimdi etrafı düşmanlarla çevrili bir orman içinde kuşatılmış olan bir aslan’a benziyorsun. Senin için burada kalmak veya geri dönmek imkansızdır. Eğer bana emrindeki kuvvetleri verirsen senin Basra’ya sağ, salim geri dönmeni sağlarım. Bana vermiş olacağın kuvvetlerle Ahsa’ya Karmatilere karşı saldırıya geçer, burasını aldıktan sonra Halife ve Sultan adına hutbe okutur ve her yılda düzenli vergi öderim. Benim önerimi kabul etmez isen işte çöl, istediğin gibi yapabilirsin.” Böylece Yahya b. Abbas daha önce yapmış olduğu antlaşmayı bozmuş olmakta idi. Yahya ve Kiçkine arasında birkaç kez mektup ve cevaplar gönderildi ise de bir antlaşma olmadı ve çok geçmeden, aralarında yapılan savaşta ise Yahya yenildi. Buna rağmen o, Kays ve Kubas kabilesi mensupları ile diyaloga girerek Kiçkine’nin ordusuna ait içinde yiyecek maddelerinde bütün ağırlıkları yağma etmeyi başardı. Bundan sonra zayıf düşen Kiçkine kuvvetlerine ani baskın yaparak onları çöl içlerine kaçmak zorunda bıraktı. Böylece Kiçkine ve müttefikleri dağıldı. Kiçkine ve beraberindeki güçler binbir güçlük ve sıkıntı içinde perişan bir halde H. 468/1076 Basra’ya varabildiler. Selçukluların bu girişimi Katif emiri Yahya b. Abbas’ın olumsuz tavrı sayesinde sonuçsuz kalması; terörist faaliyetleri, yağmalamaları, sahip oldukları fikirleriyle İslam alemini kargaşa içinde bırakan Karmatilerin ortadan kaldırılması gecikmiş oldu.

Kiçkine ve müttefiklerinin başarısızlığından sonra Karmatilerle mücadele Abdullah b. Ali el-Uyuni, yıllarca sürdürdü. Abdullah b. Ali el-Uyuni, Ahsa’nın güneyinde bulunan el-Uyun kasabasının sahibi Abdü’l Kays kabilesine bağlı Beni Malik kabilesinin kardeşleri olan Beni Murre b. Amir b. Haris kabilesine mensup bulunan İbrahim b. Muhammed ailesinden idi. Abdullah b. Ali el-Uyuni H. 462/1069-1070 yılında 400 kişilik bir kuvvetle 80 Karmati reisinin idare ettiği Ezd ve Amir-Rebia kabilelerinden teşekkül eden bir Karmati ordusunu yenip perişan etmişti. Fakat yapmış olduğu başarılı mücadelere rağmen Ahsa’yı almak ve Karmatilere son darbe vurmak için yeterli güce sahip değildi. Bu yüzden Abdullah, Sultan Melikşah ve veziri Nizamülmülk ile temasa geçti. Abdulah, Karmatilerle yapmış olduğu mücadeleyi anlattıktan sonra Ahsa ve Bahreyn’de hutbeyi Abbasi Halifesi ve Sultan adına okutmak için mücadeleye devam edeceğini bildirerek yardım istedi. Melikşah hem Kiçkine’nin öcünü almak hem de Karmatilere kesin bir darbe vurmak amacıyla teklife olumlu baktı.

Melikşah sultan olduğu dönemde Anadolu’yu fetihle meşgul olan Türkmen beyleri arasında dikkati çeken Artuk Bey, Sakarya dolaylarında Bizanslılarla mücadele yapmış, Orta Anadolu’nun yerleşime açılmasında önemli rol oynadı. Daha sonra 469 (1076-1077)’de Melikşah’ın emriyle Anadolu’dan ayrılarak kendisine verilen Hulvan (Luristan) bölgesine gitti. Bölge Basra’ya kadar uzanmakta idi. Sultanın talimatı üzerine buradan güneye inecek, Ahsa ve Bahreyn bölgesinde oturan Karmatiler üzerine sefer düzenleyecekti. Bu amaçla Artuk Bey, beraberindeki Türkmenlerle birlikte Hulvan’a geldikten sonra 7000 kişilik bir kuvvetle Karmatiler üzerine sefer düzenlemek ve Katif emiri Yahya b. Abbas ‘tan Kiçkine’nin intikamını almak için Katife doğru hareket etti. Kiçkine’nin çöl şartlarından dolayı düşmüş olduğu sona kendisinin de düşmemesi için çöl seferine hazırlık amacı ile deve ihtiyacını karşılamak amacı için Basra’ya uğradı. Basra’ya varan Artuk Bey’in kuvvetleri şehir dışında bulunan her şeyi yağmaladılar. Basra’nın yağmalanmasından korkan halk şehrin kapılarını sımsıkı kapattılar. Üç günlük kuşatmadan sonra şehirde su sıkıntısı baş göstermesi üzerine, şehrin ileri gelenleri Artuk Bey’e gelerek yapılanların doğru olmadığını söylediler. Artuk Bey, Basra’da kalmak niyetinde olmadığını, Karmatilerle mücadele etmek için Ahsa’ya gideceğini, fakat kendisine bin binek devesine, 500 tane su taşımak için hayvana, 500 bin batman una, aynı miktarda arpa ve hurmaya ve son olarak da 10.000 dinara ihtiyacının olduğunu, söyleyerek bunları almadan muhasarayı kaldırmayacağını belirtti. Heyet, Artuk Bey’in isteklerini kabul ettiklerini belirterek bunları temin etmek için hemen harekete geçtiler. Kısa bir sürede isteklerinin bir kısmının temin edildiğini gören Artuk Bey, bu erzakla ordusunun yiyecek ve özellikle çöl seferi için ihtiyacı olan develeri de aldıktan sonra H. 469 yılının Recep ayında (1077 Ocak) Katife hareket etti. Daha sonra Kiçkine’ye yapmış olduklarının cezasız kalmayacağını bilen Yahya b. Abbas, Artuk Bey’in geldiği haberi alır almaz şehri boşaltarak Üval adasına sığındı. Hiçbir mukavemet görmeden Katifi alan Artuk Bey, burada fazla durmadan Ahsa kalelerine sığınmış olan ve Abdullah b. Ali ile savaşan Karmatilerin üzerine yürüdü. Artuk Beyin gelişi yıllardan beri Abdullah b. Ali ile savaşan Karmatiler, müdafaadan vazgeçerek barış istediler. Yapılan barış antlaşmasına göre;

1- Hakim olduğu bölgelerde Abbasi Halifesi ve Büyük Selçuklu Sultanı adına hutbe okutmak.

2- Harb tazminatı olarak istenilecek oran miktarını ödemek.

3- Kendilerinden istenilecek miktar parayı temin için bir ay veya daha az bir müddet muhasarayı kaldırmak.

4- Sulh şartlarına sadık kalacaklarının delili olarak 13 kişiyi rehin olarak vermek.

Artuk Bey, rehineleri aldıktan sonra barış gereğince muhasarayı kaldırdı. Karmatiler bundan yaralanarak civar bahçelerdeki gizli depolarındaki yiyecekleri kalelerine taşıdılar. Bundan sonra Türkmenlerin bu sıcak bölgede daha uzun bir süre için kalamayacaklarını düşünerek antlaşmanın hilafına tekrar kenti müdafaaya başladılar. Artuk Bey, Karmatilerin bu tavırlanna karşılık rehine olarak almış olduklarından bir kısmını öldürdükten sonra bir kısmını da hapsettirdi. Karmatilerin tekrar yiyecek yardımı almamaları için civar köyleri tamamen yağmalattırarak muhasarayı sıkı bir şekilde sürdürdü. Fakat Türkmen askerlerinin bölge sıcaklığına fazla dayanmamaları ve yurtlarına dönmek istemeleri üzerine, Artuk Bey buradan ayrılmak zorunda kaldı. Abdullah ile yapmış olduğu antlaşma gereği kardeşi Alpkuş’un kamutasında 200 kişilik atlı bir grubu bırakmış ve beraberindeki birliklerle Basra’ya döndü. Sonra Bağdat’a gelen Artuk Bey Halife Muktedi Biemrillah’ın divanına çıkmış, Ahsa ve Bahreyn Karmatilerine karşı giriştiği mücadeleyi anlattıktan sonra temel hedefinin Ahsa’yı almak olduğunu bildirdi. Durum Halifeye arz edilince Halife, Artuk Bey’in Karmatilere karşı sürdürdüğü mücadelelerinin bir nişanesi olarak bir ferman (tevki) yazılmasını emretti.

Artuk Bey’in Basra ve Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Karmatilerle mücadele devam etti. Artuk Bey’in kuvvetlerinin büyük bir çoğunluğunun Ahsa’dan ayrılması, Arap Ezd ve Amir Rebia kabilelerinde desteğini alan Karmatiler, büyük bir saldırıya geçtiler. Alpkuş ve Abdullah b. Ali’nin kuvvetleriyle Beynerrahbeteyn denilen bölgede yapılan savaşta, Karmatiler şartsız olarak teslim oldular. Kalelerini de Alpkuş ve Abdullah b. Ali ‘nin kuvvetlerine bırakmak zorunda kaldılar. Bu savaşın sonunda Abdullah, Alpkuş ve Türkmen atlılarını kaleye sokmadı. Soydaşı Araplara da son derece iyi davranışlarda bulunmuş ve alınan tutsakları serbest bıraktı. Fakat bütün bunlara rağmen çok geçmeden Karmatilerin kışkırtmaları ile Ezd ve Amir-Rebia kabilelerinin kuvvetleri 1077’de Ahsa’da Muhallem ve Süleysil çayları arasındaki yörede yapılan savaşta, Alpkuş ve Abdullah’ın taktik gereğince azgın develeri davul ve deflerle ürkütmeleri sonunda, Karmatiler ve Amir-Rebia kuvvetleri bir kez daha yenilgiye uğratıldılar. Savaş sonucunda 4000 kadar at ve deve ele geçirildi, pek çok kadın ve çocuk da tutsak alındı. Bu savaş sonucunda Karmatiler ve müttefikleri iki Arap kabilesine tekrar, artık bir daha harekete geçemiyecekleri ağır bir darbe indirildi. Karmatilerle yapılan mücadelede Alpkuş ve Türkmenlerden yararlanan Abdullah b. Ali, savaşın sonunda onlara karşı tutumunu değiştirdi. Alpkuş’u hapse attırdı ve kısa bir süre sonra da H. 470’de orada öldürttü. Abdullah b. Ali ‘nin böyle bir davranışı sergilemesinde temel faktör Ahsa ve Bahreyn hakimiyetini tekeline almak isternesi olarak açıklanabilir.

Son gelişmelerden haberdar olan Artuk Bey 2000 kişilik bir Türkmen atlı kuvvetiyle yeniden süratle Ahsa’ya gelerek kalesine çekilip direnişe geçen Abdullah b. Ali’yi kuşattı. Abdullah’ın yönetimi ele aldıktan sonraki uygulamalarından rahatsız olan Arap emirleri, kuvvetleriyle birlikte Artuk Bey’in saflarına katıldılar. Artuk Bey, Abdullah’a kardeşi Alpkuş’un kanının diyeti olarak büyük oğlu Ali’yi kendisine teslim ettiği takdirde, kuşatmayı kaldırıp Ahsa’dan ayrılacağını bildirdi. Abdullah bu teklife yanaşmayıp tespit etmiş olduğu diyetin iki katını ödemeye hazır olduğu bildirdiyse de durumdan haberdar olan Abdullah’ın büyük oğlu Ali, “ülkem ve kabilem için canımı feda etmekten çekinmem” diyerek gizlice kaleden çıkıp Artuk Bey’e teslim oldu. Bahreyn Karmatileri, Artuk Bey’in ikinci seferi sonucunda, tamamen sindirilmiş, isyanları da sona ermiş oldu. Beraberindeki kuvvetlerle Ahsa’dan ayrılan ve Basra yoluyla yönetim bölgesi olan Hulvan’a gelen Artuk Bey, Sultan Melikşah’a Karmati seferi hakkında geniş bilgi verdi.

Artuk Bey Karmatilerle mücadeleyi Bahreyn haricinde de devam ettirrniştir. Özellikle Fatımi-İsma’ili propagandası, Karahanlıların batısında, Semerkant, Buhara, Fergana ve Maveraünnehir’in diğer bölgelerinde etkin idi. Bu bölgedeki yerel Karahanlı emiri Ahmed b. Kidr Semerkant’ta 488/1095’te (yada daha erken 482/1089) İsmailizm’e kazandırıldığı suçlamasıyla idam edilmiş olması XI. Yüzyılın sonlarında da bölgede İsma’ili-Karmati propagandasının mevcudiyetini göstermektedir.

Selçuklular, aykırı kabul edilen gruplarla siyasi mücadeleleri sürdürmekle birlikte, bu mücadele tarzından belki de daha önemlisi bu gruplarla yapılacak mücadelenin askeri önlemlerle sınırlı kalmaması için politik, sosyal, dini, iktisadi bir takım önlemler alarak mücadele etmişlerdir. 

Horasan, Maveraünnehr ve Çevre Bölgelerde Karmati Faaliyetleri

İsrna’ililik, Araplarca Cibal diye adlandırılan Rey, Kum, Aba, Kaşan ve Hemedan gibi bölgelerin ve İran’ın orta, batı ve kuzeydoğusunda da yayılmıştı.

Hareketin merkezi liderliğinin Cibal’e dailer göndermesi, Irak’ın Karmati liderlerinin faaliyetlerine başladıkları 260 yılından kısa bir süre sonraya rastlar. Hareket buradan da Horasan ve Maveraünnehir de yayıldı. Karmatiler 261 ‘de Talakan’da (Deylem) bir merkez yaptılar. Sahip el-Hallac el-Kunt atanmıştı. Daha sonra bölgede oğlu Ebu Ca’fer Mahrum, Ebu Sa’id (Giyas) Şa’rani ( 307) ve ünlü Ebu Hatim Razi, Merdevic (ölm. 323) 316 de Ebu Hatim Razi ile Rey’de münazara yapmadan önce bölgede propaganda yaptılar. 4/10. yüzyılın başlarına dek hareketin bölgedeki baş dailerinin adlarını da içeren en ayrıntılı anlatım, 485/1092’de Nizarilerin suikastına kurban gidecek olan Selçuklu veziri Nizamü’l Mülk’ün eserinde yer almaktadır.

Cibal’deki İsma’ili davasının merkezi olan Rey bölgesinde ilk örgütlenme, Halef el Hallac adlı bir dai tarafından başlatılmıştı. Stern Halefin Abdullah b. Meymun tarafından Rey, Aba, Kum, Kaşhan, ve Tabaristan ve Mazandaran bölgesine gönderilme nedeni olarak bu bölgelerde çok sayıda Şii grubun bulunmasına bağlar. Bu görevlendirme üzerine Halef Rey yakınlarındaki Peşaguya bölgesindeki Kuleyn köyünde karargah kurarak bölgedeki faaliyetlerine başlar. İlk olarak Halef, Kaim Muhammed b. Abdullah adına gizli faaliyete başladı. Harekete geçmesinden kısa bir süre sonra Sünni yetkililerce açığa çıkartıldı, bunun üzerine Rey’e kaçarak gizlenmek zorunda kaldı. Ölümünden sonra hareket önce oğlu Ahmed, ardından da Ahmed’in baş yardımcısı ve Kuleyn’in yedisi olan Giyas tarafından sürdürüldü. Hadis bilgisinde Arap edebiyatında uzman olan ve dinsel terimler hakkında Kitab el Beyan adında bir çalışma kaleme alan Giyas, yerel Sünnilerle dini konularda tartışmalara girişmiş, Kum ve Kaşan kentlerinde müritler edinmişti. Sonunda Sünni hukukçulardan Zaferani’nin Rey halkını başta kendisi olmak üzere İsma’ililiğe karşı kışkırtması üzerine Horasan’a kaçmak zorunda kaldı. Burada Merve’l Rud bölgesinde Hüseyin b. Ali el Mervezi ile tanıştı. Onu İsma’ili davaya kazandırdı. Sonradan dailiğe getirilen bu güçlü bey sayesinde komşu Talikan, Meymane, Herat, Gürcistan ve Gur illerinin sakinlerinden çoğu İsma’ililiği kabul etti. Giyas, bir süre sonra Rey’e döndü ve Peşapuye de bilgili bir kişi olan Ebu Hatim Ahmed b. Hamdan el Razi’yi yardımcı olarak seçti. Ebu Hatim daha sonra Rey bölgesinin baş daisi ve ilk İsma’ ililerin en önemli otoritelerinden biri oldu. Giyas’ın gizemli şartlar altında ortadan yok olmasıyla yerine Halefin torunlarından Ebu Cafer-i Kebir geçti. Ancak bu kişinin melankoliye tutulması üzerine Ebu Hatim zorla duruma el koyarak Rey’in beşinci baş daisi ve Cibal’deki propagandanın lideri oldu. Bu görevleri üstlenen Ebu Hatim, İsfehan, Azerbaycan, Taberistan ve Gurgan’a sayısız dailer göndererek örgütlenmeye hız verdi. Bu arada 307-311/919-924 arasında Rey valisi olan Emir Ahmer b. Ali’yi İsma’ililiğe çekmeye başardı. Sünni Samanilerin Rey’i ele geçirmesinden sonra, 313/928 yılı dolaylarında Ebu Hatim, Abbasilerden kaçan çok sayıda Alevi’nin sığındığı Hazar Denizi ‘nin güneyinde dağlık bir bölge olan Taberistan ‘a çekildi. Deylemliler, Deylem bölgesine sığınan Ali evladı sayesinde Müslüman oldular. Burada Dai el Seğir diye bilinen yerel Zeydi İmam Hasan b. el Kasım karşısında kısa bir süre için Taberistan, Rey, Gurcan ve çevresinin hakimi olan Deylemli Eşfer b. Şeraveyh’in (öl. 319/931) yanında yer aldı. Eşfer, 316/928’de sözü geçen Zeydi imamı öldürttü ve bölgeyi ele geçirdi. Çok sayıda Şii’yi ittifak kurduğu Samani emiri Il. Nasr’a teslim etti. Ebu Hatim ise bu arada aralarında Eşfer ve daha sonra isyan ederek Rey çevresinde Ziyariler adıyla kendi hanedanını kuracak olan sağ kolu Merdavic b. Ziyar’ın (öl. 323/935) da bulunduğu çok sayıda Deylem ve Gilanlı’yı yanına çekmişti. Dai el Kinnani’ye göre, filozof Ebu Bahir Muhammed b. Zekeriyya el Razi arasındaki ünlü tartışma Merdavic ‘in huzurunda gerçekleştirdi. Merdavic başlangıçta Ebu Hatim’i desteklemişti ancak sonradan belki de Ebu Hatim’in Mehdi’nin zuhuru için belirlediği tarihin yanlış çıkmasının etkisiyle denetimi altındaki bölgede İsma’ili karşıtı bir politika benimsedi. Bunun sonuncunda Rey’e geri dönmüş olan Ebu Hatim bir kez daha kaçmak zorunda kalarak Azerbaycan’a geçti ve burada Muğlib adı verilen bölgede etkin olan bir beye sığındı. Ebu Hatim’in 322/934’te ölümüyle Cibal İsma’ilileri kargaşaya düştüler ve sonuçta hareketin liderliği iki ayrı kişiye geçti. Biri Girduh’ta oturan Abdül Melik el Kevkabi, diğeri de Rey’de oturan belki de Ebu Yakub İshak b. Ahmed el Sicistani ile aynı kişi olan İshak adındaki dailer etkin bir rol oynadılar.

Giyas’ın kendi inisiyatifiyle çok sayıda yandaş kazandığı Horasan’da İsma’ili propagandasının resmen başlaması ise hicri üçüncü yüzyılın son on yılına M. 903-913 rastlar. Bu tarihte dai Ebu Abdullah el Hadim bölgedeki faaliyetine başlamıştır. Bir başka dai Ahmed b. el Kayyal’ın imamlık iddiasıyla İsma’ililikten kopup bağımsız çalışmasına başlaması da muhtemelen bu tarihe denk düşmektedir. Karmaşık bir kişiliğe sahip bir Şii gnostik olarak kabul edilen bu kişi, Il. Nasr’ın hükümdarlığı döneminde (301-331/914-943) Samani yönetiminin teveccühünü kazanmış ve Maveraünnehir’de hatırı sayılır bir taraftar kitlesi edinmişti. Abu Abdullah el Hadim ise, hareketin Horasan’daki ilk baş daisi olarak karargahını Nişabur’da kurmuştu. Hadim’in yerini 307/919 dolaylarında Ubeydullah el Mehdi tarafından gönderilen Ebu Said el Şarani aldı. Bu dai Horasan’ın önde gelen askeri kişilikleri arasında önemli sayıda mürid kazandı. Kuzeydoğu İran ve komşu bölgelerin bir sonraki daisi ise, harekete Giyas tarafından kazanılan Hüseyin b. Ali el Mervazi oldu. Onun yönetimi sırasında hareketin bölgesel merkezi Nişabur’dan Merv el Rud’a taşındı. Hüseyin Mervezi Samanoğullarının saray yıllıklarından iyi tanınmaktadır. Samanoğullarından Ahmed b. İsmail’in yönetimi sırasında (295-3011907-914) Mervezi Sistan’daki (Sicistan) Samani askeri gücünün komutanıydı. Ahmed’in ölümünden sonra yerine oglu II. Nasr’a karşı 306/918’de Herat’ta ayaklandı ve yenilgiye uğradı. Yenilgiden sonra affedilerek bir süre Samanilerin sarayında yaşadı, ardından Horasan’a dönerek İsma’ililerin baş dailiğine getirildi. Hüseyin el Mervezi, ölüm döşeğinde kendi yerine dai olarak, Orta Asya’daki Neksab (Arapçalaşmış haliyle Nesef) kasabasının Barden köyünden parlak bir filozof olan Ahmed el Nesefi’yi (ya da Neksabi) atadı. İsma’ililiğe yeni Platoncu görüşleri getiren dai olarak kabul edilir. Bu dai Hüseyin el Mervezi’nin ölmeden önce verdiği nasihate uyarak, Buhara’daki Samani yöneticilerini İsma’ililiğe kazandırmaya çalışmak düşüncesiyle kısa bir süre sonra karargahını Maveraünnehir’ e taşıdı. Merv ile Ruda vekili olarak Rey’li bir İsma’ili olan İbn Sefade’yi bıraktı. Buhara’da kısa ve verimsiz bir dönem olarak adlandırılabilecek bir süre kaldıktan sonra el Nesefi memleketi Nekşab’a yerleşti. Burada Samani sarayına sızma çabalarında daha başarılı oldu. Samani emirinin yakın çevresinden özel katip Ebu Eşat da olmak üzere Samani emirinin yakın çevresinden birçok mürid kazandı. Bunun üzerine yeniden Buhara’ya giderek kendisine çektiği etkili saraylılarının yardımıyla genç emir II. Nasr ile vezirin gönlünü aldı. İsma’ili daisi Samanoğullarının başkentinde büyük etki almış ve öğretisini açıktan açığa yaymaya başlamıştı. Bu arada İsma’ili örgütlenmesini kendisine bağlı bir dai aracılığıyla Sistan’a yaydı. Bu gelişmeler devletin Sünni yöneticilerinin ve sarayın Türk muhafızlarının hoşnutsuzluğunu uyandırdı. Bunlar bir darbe düzenleyerek II. Nasr’ı devirdiler ve yerine oğlu I. Nuh’u geçirdiler. Horasan ve Maveraünnehir İsma’ ililerine karşı ağır baskılara girişildi. El Nesefi ile başlıca yardımcıları tutuklanarak Nuh’un tahta geçişinden kısa bir süre sonra Buhara’da idam edildiler. İsma’ ili örgütlenmesi bu felaketi atlatmasını bildi ve bir süre sonra, el Nesefi’nin Dilıkan lakaplı oğlu Mesud ile aynı zamanda Rey’deki örgütlenmenin de başında olan Ebu Yakub el Sicistani gibi diğer dailerin önderliği altında isma’ili propagandayı yeniden canlandırdı. El-Nesefi, oğlu Mesud, Ebu Yakub el Sicistani ve Ebu Hatim el-Razi ‘nin bölgedeki Karmati­ İsma’ ili propagandası bölgede siyasi ve sosyal sorunların çıkmasına sebep olmuştur. Özellikle Sünni Samani ve Türkler ve yerel hanedanlıklar arasında başlayan mücadelelere Karmati dailerin propagandaları da eklenince bölgede siyasi ve sosyal bir keşmekeşlik başladı.

Karmati-İsma’ili dailerin kaderi hassaten el-Nesefi’nin ve Horasan ve Maveraünnehr’deki propagandanın kaderi, Samani ulemasının Sünni ulemasıyla birlikte hareket eden Türk askerlerinin isyanının getirdiği olumsuz sonuçlar ile tersine döndü. Emir Il. Nasr’ın oğlu ve halefi Nuh b. Nasr altında el Nesefi ve onun gizli dostları Buhara’da 332-943’te idam edildi. Taraftarlarına şiddetli bir şekilde zulmedildi. Samani devletinin Sünni uleması Karmatileri kafirlikle itham ederek onlara karşı kutsal savaş ilan etmişti. Bu baskılara rağmen Karmati propagandası Nesefi ‘nin oğlu Mesud liderliğinde Horasan ve Maveraünnehir’ de önemli başarılar elde etti. Özellikle Ebu Yakup el-Sicistani’nin faaliyetleriyle 300-310/912-923 tarihleri boyunca Rey’in beşinci daisi olarak farz edilen Ebu Hatim el-Razi İsma’ili propagandasını Azerbaycan ve Deylem’e kadar yayılmasına yardımcı oldu. Ebu Hatim, başta Rey hakimi Ahmed b. Ali (311/919-924) olmak üzere özellikle birkaç yerel hükümdarı harekete kazandırmada başarılı oldu. Rey’ in Sünni Samaniler tarafından fethedilmesinin getirdiği olumsuz havanın ardından Ebu Hatim, yerli Zeydi İmam el-Dai el-Seğir’e karşı desteklediği Eşfer b. Şiraveyh (öl. 319/931) bulunduğu Taberistan’a gitmiştir. Ebu’ l Hatim Eşfer’ı ve kısa bir süre sonra birçok takipçi tarafından fethedilen Taberistan’da ve daha sonra bu Deylemi emir tarafından idare edilen diğer Kuzey İran bölgelerinde yayıldı. Yine Ebu’l Hatim Esfar’ın baş vekili olup daha sonra efendisine isyan eden ve Taberistan ve Cürcan Ziyari hanedanını kuran Merdevic b. Ziyar (öl. 323/930)’ı tarafına çekti. Dai Ebu’l Hatim ve fizikçi-filozof Ebu Bekr Muhammed er-Razi arasındaki meşhur tartışmalar, Merdevic’in hazır bulunduğu bir toplantıda gerçekleşmişti.

Ebu’l Hatim Nesefi sonunda muhalif Karmati gruplarıyla hareket ederek çağdaşı Abdullah el-Mehdi’nin imamlığını kabul etmedi. O Bahreyn Karmati devleti lideri Ebu Tahir el Cennabi ile mektuplaşıp diğerleri gibi Mehdi ‘nin 316/928 yılında ortaya çıkacağını iddia ediyordu. Ebu’l Hatim gizli Mehdi’nin vekili olduğu bile iddia etmişti. Mehdi’nin ortaya çıkışı hakkındaki Ebu’l Hatim’in tarihinin yanlışlığı ortaya çıkınca Merdevic, dai ve grubuna karşı cephe aldı. Daha sonra Ebu Hatim Azerbaycan’da yerli bir hükümdar olan Muflih’e sığndı ve 322/934’te Kuzey İran bölgesinde öldü. Ebu’l Hatim’in ölümüyle Cibal Karmatileri kargaşaya sürüklendi ve sonunda liderlikleri Darogan yakınındaki daha sonra Nizari İsma’ililerin kalesi olan Girduh’a bağlı olan Abdu’l Melik el-Kavkabi’ye geçti. Bu dönemde Rey de ise dai olarak İshak adında bir Karmati propaganda faaliyetlerini sürdürmekte idi. Bu son dai belki de Nesefi’nin öğencisi ve onun Horasan’daki halefi Ebu Yakub İshak b. Ahmed el-Sicistani olabilir. Ebu’l Hatim el-Razi’nin Deylem’deki başarıları sayesindedir ki hareketin propagandası Alamut’un Radbar yada Custani hanedanının merkezi olan Deylem’e yayıldı. İlk dönem Custani hükümdarlarından biri olan Yalısudan b. Marbuzan 3./9. yüzyıl dotaylarında Nizari İsma’ili propagandası ve devletinin ana karargahı haline gelen Alamut kalesini inşa etmişti. Custaniler geleneksel olarak Taberistan Zeydi Ali hükümdarlarının Şiizmini desteklemekte idiler. Siyahşahın olarak bilinen Mehdi b. Hüsrev Firuz 307/919’dan sonra Alamut’ta babasından sonra yönetimi ele alan muhalif Karmati kolunun İsmailizmini ilk benimseten Custani oldu. Deylem’in güçlü Musafiri hanedanı tarafından bozguna uğratıldıktan sonra Siyahşahın, 316/928 ‘de taraftan Eşfer b. Şihraveyh ile birlikte sığınacak bir yer aradı. Fakat kısa bir süre içerisinde Rudbar’ı hakimiyetine almaya yönelen Eşfer tarafından katledildi. Siyahşahın’dan sonra Custanıler, Azerbaycan ve Arran’da olduğu kadar Deylem’de de hüküm süren güçlü Musafıri veya Sallaridler tarafından geride bırakılmaya başlandı. 330/991 ‘de Musafıri hanedanının kurucusu Taruro’daki Şahmiran kalesini elinde tutan Muhammed b. Musafir oğulları Vashudan ve Merbuzan tarafından azledildi. Bu iki Musafiri Rey daisi tarafından harekete kazandırıldı. 343/954-955 yılındaki nümizmatik kanıtlar onların Karmatizme bağlı kaldıklarını ve Muhammed b. İsmail’in mehdiliğini çağdaş Fatımi halife-imamının imamlığından daha fazla kabul ettiklerini kabul ettiklerini teyit etmektedir. Yalısudan b. Muhammed (330-35/941-66) daha nüfuzlu olan kardeşi Marbuzan (330-46/941-57) Ermenistan ve diğer Transkafkasya bölgeleri ve Darbend’i olduğu kadar Azerbaycan ve Arran’ı da fethettiği sırada Sahmiran’da kaldı ve Tarum’u idare etti ve merkezini Kuzey İran’daki Erdebil’den Musafıri hakimiyetine doğru genişleterek idare etmeye başladı. Abbasilerin inancı doğrultusunda idare eden 317/929’da Sacoğullarının tarih sahnesinden çekilmesinden sonra Ebu’l Hatim er-Razi’ye sığınak veren ve mühtedi dailerden biri olan Sacoğullarının bağlı bir idareci olan Muflih de dahil olmak üzere bölgedeki bağımsız yerel hükümdarlar arasında Azerbaycan rekabetin sahnesi haline gelmişti. 326/938’e kadar Harici Deysem İbrahim b. Kürdi Azerbaycan’ı kontrolü altına almıştı. Deysem ile onun veziri Ali b. Ebu’l Kasım Ali b. Cafer arasındaki kopukluğun getirdiği olumsuz havada 330/941’de ikincisi Tarum’a kaçtı ve Musaf’ırilerin hizmetine girdi. Başlangıçta Sacoğullarının mali memuru olarak hizmet eden Ebu’l Kasım Kuzeydoğu İran’da bir Karmati daisi olarak gizlice faaliyette bulunmakta idi. O, Merbuzan b. Muhammed’in, Azerbaycan’ı fethi konusunda onu cesaretlendirmede etkili olmuştu. Burada Deylem ileri gelenleri ve Deysem’in hizmetindeki ordudaki bazı görevliler daha önceden kazanılmıştı. Ebu’l Kasım’ın içinde birçok Karmati mühtedileri barındıran Deysem’in ordusunu kışkırtması ona karşı sadakatlerini bozmalarına ve Merbuzan’ı terk etmelerine sebep oldu. Bir süre sonra Marbuzan Ebu’l Kasım’ı kendi veziri olarak atadı ve ona Musafıri bölgelerinde birçok başarı kazandırdı. Karmati propagandası açık bir şekilde yapılmaya başlandı. Kendisi de gizli bir Fatımi daisi olan ve 344/955 yılında Azerbaycan çevresini ziyaret eden İbn Havkal, orada birçok Karmati gurubun varlığı hususunda bilgi vermektedir. Karmatilik açık bir şekilde, sonunda Tarum’a son Musafirilerin himayesi altında yayıldı. Selçuklulara boyun eğen Musafıri hamedanı sonunda Şahmiran ‘ı kendi bölgesine katan ve Rudbar’ daki dağ kaleleri de dahil olmak üzere Tarum’un diğer istihkamları Alamut Nizarileri tarafından ortadan kaldınldı. Aynı zamanda, Karmatizm, son Samanilerin egemenliğinde Maveraünnehir ve Horasan’da da devam etti. Kaynaklar, el Nesefi ve oğlundan sonra Doğu İran topraklarında gizlice çalışan dai yazarlar bazı bölük pörçük bilgileri eserlerinde korumaktadırlar. Bir İsma’ili fılozofu ve şairi Cürcan’dan Ebu’l Haytam Ahmed b. el Hasan el Cucani ve onun öğencisi Muhammed b. Surk el-Nisaburi’den başka Ebu’l Fal, Zangurz ve Atik gibi dailer vardı. Yine Horasan’dan pek az tanınan Nesefi’nin muhalif okuluna mensup Ebu’l Tammam vardı. Her şeyden önce, Ebu Yakub İshak b. Ahmed el-Sicistani Karmatilik propagandasını kendi özgün tarzıyla Horasan ve Sistan’da yapmaya çalıştı. O propagandaya belki Irak’ta olduğu gibi Ebu’l Hatim el-Razi’nin başarısıyla birlikte Cibal’de de başkanlık etmiştir. Fatııni halife-imamı el-Muizz’in bir çağdaşı olan dai el Sicistani, son kitabını tamamladıktan kısa bir süre sonra Safanlerin Sistan emiri Halef b. Ahmed (352-1003)’in emriyle bir kafir olarak idam edilmiştir.

Kuzey Afrika’da Karmati Propagandası ve Fatami Devleti’nin Kuruluşundaki Rolü

Fatımiler, 909-1171 yılları arasında Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye’de hüküm süren bir İsma’ililik hareketine dayanan bir devlettir. Bu bölgedeki İsma’ili propagandası İsma’ili daisi İbn Hevşeb’in Abdullah eş-Şii’yi göndermesiyle doruk noktasına ulaşmıştır. 270/883’te İbn Hevşeb yeğeni Heytam’ı dai olarak Sind’e gönderirken Karmatilerin Magrip’teki iki daisi Hulvani ve Ebu Süfyan’nın ölüm haberini alınca yanında davet tekniklerini öğrenmiş olan ve ileride Fatımi devletinin temellerini atacak olan dai Abdullah eş-Şii’yi bölgeye gönderdi.

El-Şii olarak bilinen bu dai Ebu Abdullah Hüseyin b. Ahmed’in İsma’iliğe Güney Irak’ta kazandırdığı bir Yemen’li idi. İsma’iliğe geçtikten sonra Yemen’e dönerek bir süre, İbn Hevşeb ile çalışmıştı. 279/892 yılından Mekke’de hac için bulunduğu sırada, Kutama Serberilerinden bir grup hacı ile tanıştı. İbn Hevşeb’in talimatıyla dönüş yolculuklarında onlara katılarak, 280/893 yılında Magrib’e vardı. Kutama Serberileri daha önce İmam Cafer’in göndermiş olduğu iki dai aracılığıyla Şii düşüncelerle tanışmış olduğu anlaşılmaktadır. Başlangıçta Sedifin kuzeyindeki dağlık bölgedeki ikean’da yerleşen Ebu Abdullah, bugünkü Cezayir’in Küçük Kabiliye denilen bölgesinde yaşayan Kutama boyları arasında, Mehdi adına İsma’ili davasını yaymaya başladı. İsma’ili propagandası, Kutama Serberilerinin yanı sıra, Aglebilerin bu bölgede etkili bir denetimlerinin olmayışının da yardımı ile hızlı bir başarı kazandı. Ardından karargahını Tazrut’a taşıyan Ebu Abdullah burada Kutama’daki müritleri için, Irak ve Yemen’deki önceki dailerin yolundan giderek bir Dar’ül Hicre yaptı. Ebu Abdullah, Kutameliler’e yönetimini kabul ettirip, onları her biri güvenilir bir başkanın yönetiminde yedi bölük olarak örgütledikten sonra, İfrikiyye’nin fethini ve Sünni Aglebi hanedanın devrilmesini öngören ikinci aşamasını uygulamaya koydu.

Bu amaçla öncelikle planının gereği olarak, İfrikiyye’nin Aglebi yöneticisi II. İbrahim’i (261-2811874-901) kendi yanına çekmeye çalıştı. Bu gayreti boşa çıkınca O’nun üzerine bir orduyu (287/899) de gönderdi. Ancak bu harekatı da başarısızlıkla sonuçlandı. 289/902 yılında Mile ‘yi kolayca ele geçirdi ve kendisine yönelen iki Aglebi saldırısını püskürttü. Bir yıl sonra kendisi karşı saldırıya geçerek Aglebilerin batı topraklarındaki Serif, Tubra, Bilizume ve diğer kasabaları ele geçirdi. 291/904 yılında Magrib’in birçok şehri, bu Şii propagandacılarının eline geçti. Aglebi emirlerinden önce II. İbrahim’in ertesi yıl oğlu Ebu’l Abbas’ın ölümleri, bunun üzerine Aglebi tahtına Ebu’l Abbas’ın eğlenceye düşkün oğlu III. Ziyadetullah’ın (290-296/903-909) oturması ve devlet ricalinin, ülke halkının çoğunun kabul ettiği Şii mezhebi akidelerini benimsemesi, Ebu Abdullah eş-Şii’nin başarısına yardımcı oldu.

Nitekim Magrib’te propagandanın ilerlemesi bu hızla devam ederken hareketin merkezi Selemiye’de durum o kadar iç açıcı değildi. 289/902’de Karmatiler, Ubeydullah ile son dönemdeki ayrılıklarından dolayı Selemiye’ye saldırmak niyetinde idiler. Karmatilerden Zikreveyh ve oğulları 289/902’de Selemiye’yi ele geçirmelerinden hemen önce Ubeydullah bölgeden kaçarak Kuzey Afrika yolculuğuna başladı. Ubeydullah yanında oğlu Ebu’l Kasım Muhammed, başdai Firuz, kahyası Cafer ve az sayıda güvenilir adamlarıyla birlikte Filistin’de Remle’ye gitti. Ardından Zikreveyh ve oğullarının Selemiye giderek halkına ve Ubeydullah’ın geride bıraktıkları akrabalarına karşı vahşet uyguladı. Ubeydullah’ın Selemiye’de olanları duyması hızlı bir şekilde hareket etmesini zorunlu kıldı. Muhtemelen 291/903-904 yılında Mısır’a vardı . Burada, bir süreden beri kendi talimatları doğrultusunda İsma’iliği yaymakta olan dai Ebu Ali tarafından karşılandı. Mısır’da kalışı sırasında Firuz imamı terk ederek Yemen’e kaçtı ve orada Ubeydullah’a karşı ayaklanmayı kışkırttı . Yemen’in baş dallerinden İbn el-Fadl’ın desteğini alan bu ayaklanmaya, Ubeydullah’a sadık kalan diğer baş daisi İbn Hevşeb karşı çıktı. Abbasilerin izini sürmesi üzerine, Ubeydullah Mısır’da daha fazla kalamayacağını anladı ve yol arkadaşlarının beklediğinin aksine, Yemen’ e gitmek yerine daisi Ebu Abdullah’ın Kutame Berberileri arasında hatırı sayılır bir başarı kazandığı Mağrib’e gitmeye karar verdi. Aslında Yemen yolunun tercih edilmemesi Abbasilerce ve isyancı Karmatilerin yarattığı tehlikeyle karşılaşma riski olması nedeniyle idi. Bu tercihinin akıllıca olduğu da yolculuk sırasında ortaya çıktı. Ubeydullah Batıya doğru giderek Trablusgarb’a ulaştı. Ancak Kutamelerin yaşadığı bu ülkede Ebu Abdullah ile hemen buluşmayı başaramadı. Yoluna devam ederek Fas’ın doğusundaki Sicilmase’ye vardı. Bu bölge 772 yılından itibaren Mikrase’li berberi hanedanı Beni Mikrar’ın hakimiyetinde idi. Magrib’in bir kenarında adı geçen hanedanın yönetiminde küçük Tafilalt devletin başkenti idi. O sırada yönetim bir harici olan Alisa b. Mirdar’ın elinde idi. 292/905 yılına kadar Sicilmase’de kaldı. Yerini ve planlarını bildirmek için Ebu Abdulah’ın kardeşi Ebu’l Abbas Muhammed’i, Ebu Abdullah’a gönderdi. Ancak Ebu’l Abbas kardeşine ulaşmadan önce Kayravan’da Mağrib’in İfrikiyye denilen doğu bölümünü 184/800/ ve 296/909 yılları arasında Abbasiler adına yöneten yerel hanedan Ağlebilerin eline düştü. Bu arada, Sicilmase’de kalan Ubeydullah, Abbasilerin baskıları üzerine Mirdari emiri tarafından tutuklanmış yada ev hapsine konulmuştu. Ebu Abdullah’ da 296/909 yılında Kafsa ile Kastiliye’yi alarak, Kutamelerin tam desteğiyle Ağlebi başkenti Kayravan’ ı tehdit etmeye başladı. Aynı yıl Afrika’nın kilidi konumundaki Urbus’unda (Laribus) düşmesi son Ağlebi emiri III. Ziyadetullah’ı umutsuzluğa sürükledi. Emir, başkent Kayrevan’ın bitişiğindeki saltanat şehri Rekkasa’yı Ebu Abdullah’ın girişinden hemen önce terk ederek kaçtı. Abbasilerden yardım temin edilmeyince bu sonu hazırlamada etkili olmuştu. Son Ağlebi hükümdarı III. Ziyadetullah 296/909’da Mısır’a sürüldü. İfrikiyye’deki konumunu sağlamlaştıran ve kardeşi Ebu’l Abbas’a yardımcı olarak orada bırakan Ebu Abdullah, iktidarın dizginlerini, o ana kadar yüzünü görmediği liderine teslim etmek üzere Sicilmase’ye yürüdü. Sicilmase’deki Ubeydullah’ı özgürlüğe kavuşturdu. Ebu Abdullah, Sicilmase’ye giderken yolda bir başka yerel hanedan ile de mücadele etti. 777’den bu yana Batı Cezayir’deki Tahert merkez olmak üzere bir beylik kuran Rüstemiler Sünni Arap liderlerinin hakimiyetine bir reaksiyon olarak, radikal ve eşitlik prensiplerine uygun bir yapılanma içinde yer aldılar. Mağrip’deki diğer mahalli hanedanlar için olduğu kadar Hariciliğin ibadi koluna mensup olan Rüstemiler için de Ebu Abdullah’ın faaliyetleri olumsuz etkileri olmuştu. Nihayet 296/909’da Tahert, Ebu Abdullah ve Kutame Berberileri, Rüstemiler’e öldürücü darbeyi indirdi. Birçok Rüstemi katliama uğradı, geri kalanlar da güneye doğru Vargla vahasına kaçtılar.

Rebiyülahir 297/0cak 910’da taraftarların başında muzaffer olarak Rebaye’ya giren Ubeydullah İfrikiyye’nin önde gelenlerinin tümünün biatiyle halife ilan edildi. El-Mehdi unvanını alarak ilk Fatımi halifesi oldu. Kurduğu devlete veya alternatif halifeliğe Peygamber’in kızı Fatıma’nın soyundan geldiklerini iddiasına izafeten Fatımiler adı verildi. İsma’ilileri bu noktaya taşıyan dai Ebu Abdullah’tan Abbasiler’in Ebu Müslim Horasani’den kurtulmak istemelerine beraber şekilde İmam Mehdi’de kendisine İfrikiyye’nin yolunu açan Abdullah eş-Şii’den kurtulmak istemiştir. Ubeydullah’ın yalnız başına yönetime hakim olmasıyla İsma’ili hareket Ubeydullah’ın son dönemde ortaya attığı İmamlık ve Mehdilik ile ilgili değerlendirmesi ve ona karşı çıkıp itiraz eden Hamdan Karmat ve Abdan, Zikreveyh ve oğullarının isyanı ve sonunda Ubeydullah’ın kaçışı neticesinde Kuzey Afrika’da 20 yıl geçmeden devlet kurmayı başarmıştı. Böyle kısa bir sürede, Maliki Sünniliğin kalesi olan İfrikiyye’de (bugünkü Tunus) Fatımi halifeliğini kurdu. Böylece Şiileri iki buçuk yüzyıllık özlemleri, sonunda Afrika’nın bu bölgesinde yönetime geçtiler. Özellikle de İsma’ililer İslam dünyasının önemli bir bölümünde etkili oldular. Bu İsma’ili-Karmati grupları Irak, Suriye-Mezopotamya’da yapamadıklarını Bahreyn ve Afrika’da gerçekleştirmişlerdir.

Bu olayla İsma’ili-Karmati tarihinin ilk dönem olarak adlandırılan gizlilik dönemi, (devr-i setr) sona ermiş, İsma’ili imamının açıkça toplumunun başında olduğunu açık dönem, (devr-i zuhur/devr el-keşf) başlamış oldu.

Nasır-ı Hüsrev ve Bedahşan Karmati ve İsma’ilileri

Mustansır döneminin bir başka önemli İranlı daisi Nasır-ı Hüsrev idi. Ortaçağ İslam dünyasının önemli bir ilim adamı ve seyyahı olan Nasır-ı Hüsrev aynı zamanda İran topraklarındaki felsefik İsmailizmin önemli bir temsilcisidir. Nasır-ı Hüsrev 394/1004’te Belh yakınlarında doğdu. Gençliğinde Gazneliler ve onların halefleri olan Selçukluların hakimiyetindeki Merv’de idari görevlerde bulundu. Kırk iki yaşında olmasına rağmen Nasır, İsma’ililerin içinde yer aldığı bir ayaklanmaya şahit oldu. Bu ayaklanmadan kısa bir süre sonra 437/1045’te görevinden ayrılarak zahiri sebebi Mekke’ye hac yapmak olan uzun bir yolculuğa başladı. Bu yedi yıllık seyahati Sefername adlı eserinde özetledi. Nasır-ı Hüsrev 439/1047’de Fatımi merkezine ulaşmıştı. Aynı yıl dai Muayyed de oraya ulaşmıştı. Nasir, dai olarak yoğun bir şekilde eğitim aldığı Kahire’de üç yıl kaldı. Bu dönemde el­ Mustansır’ı gördü ve aynı zamanda Fatımi-İsma’ili propagandasının merkezinde danışmanlık görevinde bulunan ve kendisine birkaç şiirini ithaf ettiği Muayyed ile de iyi ilişkiler kurdu. 444/1052’de Nasır-ı Hüsrev, Belh’e döndü ve bir Fatımi daisi olarak yada kendi söylemiyle Horasan hucca’sı yada baş daisi olarak göreve başladı. O, Belh’te gizli karargahını kurdu ve buradan İsma’ili propagandasını Kuzey İran’daki Taberistan (Mazandaran)’a olduğu kadar Nişabur’a ve Horasan’ın diğer şehirlerine yaydı. Bununla birlikte 452/1060 yılında Sünni ülema tarafından Nasır bir mülhidlikle suçlandı ve evi yakıldı. Nasır bunun üzerine Bedahşan bölgesindeki Yumgan vadisine kaçtı. Orada Bedahşan’ın özerk bir İsma’ili emiri olan arkadaşı Ebu ‘l Mahalli Ali b. Esad ile sığınacak bir yer bulmaya çalıştı. Hakkında pek bilgi bulunmayan Yumgan dönemi, Nasır’ın hayatında 465/1072’den sonrasındaki ölümüne kadar sürdü.

İran topraklarında ve diğer bölgelerdeki Fatımi-İsma’ili daileri gibi Nasır-ı Hüsrev de Kahire’deki propaganda merkezi ilişkilerini sürdürdü. Uzakta bulunan Yumgan’da bile Nasır ilk dönem İsma’ili edebiyatıyla ilgilendi. Özellikle yazılarında onun fikirlerini açıkladığı el-Sicistani’den etkilendi. Bu sürgün dönemi boyunca, eğer daha erken değilse, Nasır İsma’ili öğretiyi Bedahşan’da yayılmasını sağladı.

Bedahşan İsma’ilileri ve onların Bindikuş bölgesindeki organizasyonun da kurucusu sıfatıyla Nasır-ı Hüsrev sorumlu idi. Aynı zamanda Nasir, 453/1067’de yazdığı Zubdatu ‘l Musafirin’i de içine alan şiir ve birçok felsefik-teolojik çalışmayı kapsayan, Cami el-Hikmateyn’i Bedahşan’daki İsma’ili koruyucusunun isteği üzerine 462/1070’te tamamladı.

Yine bu dönemde bölgede etkin olan bir başka İsma’ili daisi Abdulmalik b. Attaş’tır. O, 460/1070’lerin başlarına kadar Selçuklu hakimiyetindeki topraklarda İran İsma’ililerin tek baş daisi idi. Abdulmelik b. Attaş Selçukluların ana merkezi İsfehan’da gizli bir karargaha sahipti. Bilgili bir dai olan İbn Attaş İsma’ili propagandayı Kirman’dan Azerbaycan’a İran’da Selçuklu bölgelerinde bulunan çeşitli İsma’ili guruplarını merkezi bir şekilde organize eden ilk dai olarak görünüyor. O bu dönemde Irak’taki propagandanın da sorumlusu olabilir. Fakat onun merkezi idaresi Kuzey Horasan, Bedahşan ve Orta Asya’daki komşu bölgelerdeki faaliyetlerle sınırlı olma ihtimali vardır. Emirlerini Kahire’den alan İbn Attaş, aynı zamanda halefi olan ve gelecekteki bağımsız Nizari İsma’ili propagandanın ve Alamut merkezli devletin kurucusu Hassan Sabbah’ın kariyerini başlatmaktan sorumlu olan kişi olarak tarihçilerce kabul edilmektedir.

Bu bölgedeki İsma’ili-Karmatilerden günümüze ulaşmış yapılar mevcuttur. Özellikle dağlık bir bölge olan Pamirler’de (Gomo-Bedahşan Otonom Cumhuriyeti) bölgedeki İsma’ili halk tarafından saygı gösterilen birçok kutsal yer bulunmaktadır. Bu yerler İsma’ili Nasır-ı Hüsrev’in hatırasına bağlıdır. İlki Garm Çesme (Sıcak Sular) adlı kutsal pınarlar. İkincisi Çeşman-ı Nasır (Nasır’ın çeşmeleri) dır. Her ikisi de çok sayıda ziyaretçi gelmektedir. Birincisi, kaplıca (turaf); ikincisi de son dönemlerde sinema-tiyatro, kulüp ve mahalli entellijansın üyelerinin önemli bir eğitim faaliyeti yürüttükleri bir kültür parkına dönüştürülmüştür.

.

ORTADOĞU’DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER

(Ortadoğu’da İlk Sosyalist Yapılanma)

Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ

Yorum bırakın