Gündelik Hayatımızda Yeme içme-7


Tütün

Mısır’ın ünlü mumyası, İÖ 1300’den kalma II. Ramses 1979’da Paris’te bilim adamlarınca incelendiğinde birçok bitkiyle doldurulmuş bağırsaklarında kıyılmış tütün yaprakları da bulundu. Eski Mısır’da tütün içilmediği bilinse de, bu buluş tütün bitkisinin varlığını kanıtlıyordu. Ama tütünü ilk tüttürenler Kızılderililerdi ve beyazların ilk kez Amerika’da karşılaştıkları koka gibi, törensellik atfettikleri bu bitkinin esiri olmuş değillerdi.

1492 yılı Kasım ayında Küba’ya yaklaşan Kristof Kolomb’un gemisinde Rodrigo Yerez adlı bir İspanyol Yahudisi de vardı. İspanya’da Yahudilerin sürgün edildiği bu yılda Rodrigo gemiye İbranice, Arapça, Keldanice bildiği için alınmıştı, çünkü ada halkından bu kadim dillerden hiç olmazsa birini bilenin çıkacağı umuluyordu. Yerez yurduna döndüğünde ağzından burnundan duman çıkıyordu, ilk tütün tiryakisi beyaz adam, içine şeytan girdiği suçlamasıyla hapsedildi ve tütün tanınana kadar hapiste kaldı.

Tütün bilimsel adı ‘Nicotiana tabacum’un tabacum kısmını Orta Amerika Tabago adası ya da Yukatan’ın tütün bölgeleri Tabaco ve Tabas-co’dan almıştır. Nicotiana ise Fransa’nın Portekiz elçisi Jean Nicot’nun (1530-1600) adından gelir; tütünü 1560’larda Fransa’ya getiren odur.

Tütün önce süs bitkisi olarak bahçelere ekildi, sonra öksürük, astım, baş ağrısı, kusma, aybaşı ağrılarına iyi geldiği iddia edildi. Doktorlar tütün yetiştiriyordu, hatta Vatikan’ın bahçesine de dikilmişti. 

1586’da Virginia kolonisinde bir buçuk yıl yaşam mücadelesi veren göçmenler pes edip İngiltere’ye döndüler. “Fena halde kokan buhardan başka bir şey olmayan tütün dumanını eğlence ve sağlıklarını sürdürebilmek için büyük bir şevkle çeken ve ağız ve burunlarından tekrar dışarı üfleyen” göçmenler tütünü hızla yaydılar. Ama tütün pahalıydı. Pipoyla içiliyor ve tabagieen denilen bir tür birahanede pipolar elden ele dolaşıyordu. Ceviz kabuğunu oyup kamış takanlar da vardı, gümüşten pipo yaptıranlar da. Zengin gençler için pipo içmek, dans etmek, ata binmek, kâğıt oynamak gibi bilinmesi gereken meziyetlerden biri olmuştu. Tütün içmesi öğreniliyor, dumanından halkalar yapılıp savruluyordu.

Tütünün paraları havaya savurmak olduğu tartışması başladı. 1605 yılında Oxford Üniversitesinde kralın da katıldığı felsefi bir toplantı düzenlendi. Kral kendisi de söz aldı ve tütünün medeni ülkelerde bulunmadığını, barbarlara özgü olduğunu savundu. Üniversite profesörlerinden Doktor Cheynell ise ağzında piposuyla kürsüye çıkarak, kahkahalar arasında tütünün yararlarını anlattı.

1619’da tütün ekimi yasaklandı. Virginia’da altın bulamayıp tütün yetiştirmeye başlayan göçmenler, kralın Ispanyollarla işbirliği yaptığını düşünmeye başlıyor, tütün taşıyan İspanyol gemileri yağmalanıp ganimet İngiltere’de satılıyordu. 1625’de yeni kral ithal tütünden vergi alma yolunu seçti. 1643’de tütün tekeli ihaleye çıkarılarak ekimi serbest bırakıldı ve vergiler arttırıldı.

Tütün İtalya’ya 1615’de girdi ve Venedik’te 1622’de olmak üzere şehir devletlerinde vergiye bağlandı. Otuz Yıl Savaşları tütünün yayılmasında büyük etken oldu. İsveçliler tütünü I630’da savaşa katılarak öğrendiler. Savaşın sonunda “bir kısmı tütünü içer, bir kısmı yer, bazıları burnuna çeker, kulağına sokana tesadüf etmediğime hayret ediyorum… Her biri onu niçin kullandığını ve niye kendisine iyi geldiğini söylemeyi iyi bilir. Bir kısmının gözlerine kuvvet verir, diğerinin dimağını açar, diş ağrısını, kulak uğultusunu def eder, uykusuzluğu, susuzluğu önler…” diye yazan Alman yazar Grimmelshausen tütünün ne derece yayıldığına tanıklık ediyordu.

Fakat savaştan sonra yasak dönemi geldi. Alman şehirlerinin çoğunda tütün yasaklandı. Eczane dışında satışına ve kullanılmasına cezalar getirildi. Yasak 1634’de Rusya’ya girdi; tütün içenlerin burnu yanlıyor, kırbaçlanıyorlar, mallarına el konuyordu.

Tütünü Osmanlı topraklarına Cenevizli tüccarlar getirdi. Kısa sürede herkes çubuk sahibi oldu. Tütün düşmanı IV. Murad’ın Iran seferiyle tütün bu ülkeye de girdi. Şah da tütün içmenin cezasını idam olarak belirledi. Portekizliler tütünü Hindistan, Filipinler, Çin ve Japonya’ya taşımışlardı. Yasaklamalar da başladı. Tütün Çin’e 1567’de girdi, 1641’de yasaklandı. Fakat 1644 Mançu işgalinden sonra yasak unutuldu. Japonya tütünle 1596’da tanıştı, yasak 1607’de geldi ve 1625’de pirinç ve sebze yetiştirilen yerler dışında ekimi serbest bırakıldı. 1630’a gelindiğinde misafire tütün ikram etmemek ayıp sayılmaya başlamıştı.

İtalya’da tütünün günah olup olmadığı tartışıldı. Papazlar kürsüde tütün içiyorlar, ayin boyunca cemaat aksırıp tıksırıyordu. 1642’de papalık tütün içmeyi yasakladı. Fakat bu yasağın, bu konuda soru soran Seville kiliseleri için olduğu söylendi. 1650’de ikinci yasak kararı geldi; bunun da St. Pierre Kilisesi için getirilmiş olduğu savunuldu. İtalya’da günah ve yasak tartışmaları 1655’de tütün tekeli şarap tekeliyle birlikte ihaleye çıkarılana kadar devam etti.

Tütün tekellerinin kurulmasıyla yasaklar kalkmaya başladı. Büyük Petro İngiltere’de tütüne alışmıştı, din adamlarının günah kararına karşı zevkle tütün içiyordu; 1698’de İngiltere ile tütün anlaşması yaptı ve tekel hakkını Mençikov’a verdi. Alman devletleri dışında tütün artık serbestti. Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa, 1687 yılında hazine sıkıntı içinde olduğundan içki emanetinin yeniden kurulduğunu, meyhanelerin açıldığını ve tütüne de izin çıkarılarak gümrük konduğunu yazar. Tütüncülerin esnaf loncası halinde örgütlenmesi de 1725 yılında olmuştur. Bu dönemde yeni bir moda başladı. Soylular artık pipo içmiyor, enfiye çekiyorlardı. Dumanı başkasının yüzüne gözüne üflemek artık ayıp olmuştu. Osmanlı üst sınıfları da enfiyeye başlamıştı, yolda birbirine rastlayan tiryakiler hemen enfiye kutularını çıkarıp ikram ediyorlar, buna da ‘kaldırım sohbeti’ deniyordu. Esrarı kabaktan içmeye alışkın Ortadoğulular ise bu yöntemi geliştirerek nargile içmeye başlamışlardı.

18.yüzyılın sonuna doğru Amerika’dan puro alışkanlığı geldi. İspanya’dan İngiltere ve Fransa’ya yayılışı gene savaş yoluyla oldu. 1788’de Hamburg’da ilk puro fabrikası İspanya örneğine göre kuruldu. Napoleon seferleri ise Avrupa’da tütünün girmediği yer bırakmadı. Savaştan sonra Almanya’da tütün yasakları gene konuldu. 1830 devriminde talepler arasında tütünün serbest bırakılması da vardı. Tütün içmek devrimcilikle özdeşleşmişti. Almanya’da tütün içme yasağının kaldırılmasında Italya-Avusturya mücadelesi de etken oldu. İtalyan milliyetçiler tütün boykotu uyguluyor, tütün içeni Avusturya casusu ilan ediyorlardı. 1847’de İtalyanlarla Avusturya askerleri arasında çatışmalar başladı. Bütün Avrupa’yı saran 1848 Devrimi tütün özgürlüğünü de getirdi. 25 Mart 1848’de Berlin’de “şehir merkezinde ve civar sokaklarda, yangın tehlikesi olmayan yerlerde” tütün içme yasağı kaldırıldı.

1853 Kırım Savaşı sigaranın yayılmasında en büyük etken oldu. Sigara İspanya’ya Brezilya’dan gelmiş, 1844’de Fransa’da üretimi başlamıştı. Kırım’da İngiltere, Fransa, Osmanlı orduları ilk kez bu çapta sigara tüketilen bir ortam yarattılar. Savaştan sonra sigara alışkanlığı yayıldı ve birçok devlet puroyla rekabet edebilmek için iyi tütün ve sigara kâğıdı kullanımına özen göstermeye başladı. Birinci Dünya Savaşı başladığında sigara birincil asker ihtiyaçları arasına girmişti.

Tütünün yüzyıl arayla pipo, enfiye, puro ve nihayet sigara evrelerinden geçişi tütün kullanımının benimsendiği toplum katmanlarıyla ilgiliydi.

Tütün ilk kez pipoyla öğrenilmişti. Pipo içmek bol dumanlı, bol araç gereç ve zaman gerektiren bir uğraştı. Kadınların tütün kullanmasının söz konusu olmadığı bu dönemde, erkeklerin buluştuklarında pipo içmeleri için ayrı salonlar gerekiyordu. Puro 19. yüzyılda bu aristokrat biçimine karşı halkın seçeneği olarak yayıldı. Ama ne öğrenci beş dakika teneffüste tuvalette puro içebilir, ne de makine başındaki işçi purosunun külünü ne zaman dökeceğini kollayabilir. Sigara, tütün bu kesimlere yayılmaya başladığında imdada yetişti. Bunların ara biçimleri enfiye ve ağızlıktı. Üst sınıfların tercih ettiği enfiye, pipo kadar donanım ve titizlik gerektiriyordu, en önemli özelliği hanımlarla birlikte içilebilmesi ve mekân sorununu aşabilmesiydi. Enfiye kutusu, yelpaze ve mendil süslü aristokratlara yakışıyordu. Sonunda dört biçimi de seçme olanağı doğduğunda, sigara 6-7 dakikalık bir soluklanma fırsatı sağlamasıyla kitlelerin, puro işadamlarının, pipo ise kişisel özelliklere sahip olma iddiasını barındıran kişilerin, sanatçıların simgesi oldu. Kadınların pipo veya puro içmeleri bugün bile tuhaf karşılanan bir görüntü iken, uzun süre ağızlık, bir kadının görüntüsüyle ilgilenmesi, kendisine yakışanı bilip seçmesinin simgesi, sigara ile pipo arası bir seçkinliği temsil görevini yürüttü. Kadınlar gibi, fiyakalarına düşkün olmak zorunda olan kabadayılar da ağızlığı bu nedenle sevdiler.

Fakat bugünkü sigara paketine ulaşmak, hele Türkiye’de hiç kolay olmadı. Osmanlı devleti, topraklarında yetişen tütünün gelirini dış borçlarına karşılık olarak 1883 yılında kurulan Müşterek Menfaa İnhisar-ı Duhan-ı Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, yani halkın bildiği adla Reji İdaresi’ne bıraktı. Osmanlı toprakları içinde tütün tekeline sahip olan Reji, tütünün fiyatlandırılmasından tartımına, depolanmasına kadar hep kendine yontar bir tutum sergilerken, köylünün kendi tüketimi için tütün ayırmasına bile göz yummuyordu. Reji’nin uygulamaları kaçakçılığa yol açtığında, Osmanlı Devleti bu tekele kendi kolluk gücünü oluşturma yetkisi tanıdı ve kolcularla ayınkacılar (tütün kaçakçıları) arasında süren kovalamaca on binlerce cana mal oldu.

Tütün, Saatli, Anahtarlı vb. markalar altında ve ikramiyeli 25 dirhemlik paketler halinde satılıyordu. Hacı Şeyhoğlu Ahmet Kemal, 1905’de 78 yaşında ölen, yani sigara öncesi dönemi gören dostu Halil Efendi’den nakleder: “Bir gün tütüncüye gittim. Her günkü gibi on para ile tütün kesemi uzattım. Tütüncü: ‘Halil Efendi, bugünden itibaren bandrol kondu, paket içinde satılacak, paketi 30 para amma ikramiyesi var. Belki bedava içersin,’ dedi. Ben hiddetlendim, ‘Görmeden alınan tütün nasıl içilir,’ dedim. Tütüncü, istersen beş para daha ver paketi kesip yarısını vereyim deyince 12,5 dirhem tütünü 0,375 santime almak çok ağır geldi. Bunun üzerine öfkelendim, otuz senedir geceli gündüzlü içtiğim tütünü o anda terk ettim .”

Tütün tezgâhlara bohça bohça yayılır ve ‘Amasya bamyası’ gibi kepenklere asılırmış. Kalın kıyım, ince kıyım, cıvan perçemi, ovalama, kasap gibi kıyım türleri varmış. Tütünün sarıldığı kâğıt da böylece yan sektör haline gelmiş. 1857’de İzmir’de Atnaşola Biraderler defter, kese kâğıdı yanında sigara kâğıdı da üretmeye başlamışlar. Nikolaki Seferoğlu ise niyetli, manili sigara kâğıdı üreticiliğiyle başlayan iş yaşamını büyük bir servetle kapatmasıyla dönemin ünlüleri arasına girenlerden. 1914 yılında Sigara Kâğıtçı Esnaf Cemiyeti de kurulmuş. Sigara kâğıdı üretimi vakıf ve derneklere tanınan imtiyazlarla taşraya yayıldığı için bugün bu ufak kâğıtlar toplumsal tarihin önemli tanıklıkları arasında yer alıyorlar. Yakın yıllara kadar ihtiyarlar paket sigaraya itibar etmeyip kaçak tütün içtiklerin den kâğıt ihtiyaçları da kaçak sağlanıyordu. Kendi kişiliklerine göre seçtikleri tabakalarında sergilenen işçilik ve sanat ise son dönem Osmanlı küçük üretiminin nadide örnekleriydi.

İttihatçılar Reji tekeline son veremediler, dış borç alabilmek için gene Reji’ye başvurmak ve imtiyaz süresini uzatmak zorunda kaldılar. Reji’yi kaldıran Cumhuriyet oldu ama tütün tekel konusu olmaya ve can almaya devam etti.

Cumhuriyet’in yirminci yılında Şükrü Saraçoğlu, “İki geniş gelir kaynağımız gümrük ve inhisarlardır. Bunların her ikisinde de sarsıntılara meydan vermeden halkı ve devleti memnun edici ıslahat yolundayız,” diyordu. İdare elindeki 1885 yılında kurulan ve 1994 yılına kadar çalışan Cibali Sigara Fabrikası’na yenilerini katarak, Tütün Islah Enstitüsü kurarak ve tüketicinin ihtiyacına yönelik yeni tarz ve biçimlerde ürünler hazırlayarak hizmet vermeye çalışıyordu. Örneğin, o zamanın anlayışına göre 500 veya 10’luk paketlerde sigara satılırken, paket alamayanlar için İkiz adıyla açık olarak ikisi bir arada satılan sigaralar hazırlanıyordu.

1935 yılında teneke kutuda satılan Gazi sigarasının ambalajı ve adı değiştirilerek Samsun adıyla piyasaya verildi. İlk filtreli sigara da 1959 yılında 300 kuruşa satışa çıkarılan Samsun oldu. Filtreli Samsun üretilmeye başlandığında “Filtreli sigaralar kötü vasıflı nikotin ve katranı fazla, sıhhat için zararlı tütünlerden imal olunuyor. Türk tütünlerinde ise süzülmeyi icab ettiren bir varlığın mevcudiyetine hiç kimse inanmaz” denilerek itirazlarla karşılanıyordu. Gerçekten de bu dönemde Türk tütünü dünyaca ün kazanmıştı. ABD ’de bir tütün ithalatçısı, Fuad Mehmet’e şunları anlatmıştı: “On beş seneden beri sizin tütünlerinizle meşgulüm. 

Harb-i Umumi’de tütünlerinizi almak imkânı kalmadığından müşterilerimize tütün beğendirmekte çok müşkilât çektik. Türk tütünlerine müşabih tütün yetiştirmek üzere birçok kıtalarda tecrübeler yaptık. Fakat muvaffak olamadık. Yalnız Kore’de yaptığımız tecrübeler bize ümid vermişti. Lâkin bunların da nefaseti sizin tütünleriniz kadar değildi. Müşterilerimiz bunu pek güzel takdir ediyorlardı. Amerika, tütünleriniz için çok ve geniş ihracat mahallidir,” (Fuad Mehmet, Amerika’da Türkler ve Gördüklerim, İstanbul, 1925).

1961’de mentollü Çamlıca ve 1969’da Samsun’un rakibi Maltepe piyasaya verildi. Uzun filtreli ilk sigara olarak da 23 Ekim 1971’de uzun Maltepe çıkarıldı. Tekel Meclis, Subay, Astsubay, Asker, Köylü, Birinci adlarıyla birçok kesim için sigara üretiyordu. Örneğin, Kulüp bitirimlerin, Birinci solcuların sigarasıydı. Her şeyin siyasallaştığı 1970’li yıllarda, 1976 yılında Maltepe paket deseninde yapılan değişiklikten sonra paket üstün de Nazi gamalı haçı bulunduğu, Bahar paketinin deseninin ise Mao’nun yüzü olduğu dedikoduları yayılmıştı.

Filtresiz sigaralar 1970’li yıllara kadar önemini korudu. Tekel 1977 yılında Yeni Harman’ın üretimine son verdi. Bu yıllar sigara kaçakçılığının başladığı ve ‘tombalacılık’ın önemli bir sokak mesleği haline geldiği yıllar oldu. Yılda tüketilen 3,5 milyar paketin 1 milyarının kaçak Amerikan sigarası olduğu 1975 yılında 6 milyar liralık dövizin kaçırılması söz konusuydu. Tütün üreticisi ülkede kaçak sigaralar her sokakta satılırken, sigara bulunmaz olmuş, Bulgaristan’da fason sigara yaptırılmak zorunda kalınmış, ‘hakiki’ Samsun tezgâh altına inmişti. Sonuçta ülkeye yabancı sigaranın ve tütünün girmesine yasal izin verildi. 1984’de yabancı sigara ithali başladı, 1986’da tekel kaldırıldı, 1988’de Tekel, “dünyaca ünlü Türk ve Amerikan tütünlerinden üretilen” Tekel 2000’i (1700 liraya) piyasaya verdi. Philip Morris ortaklığı 1992’de üretime başladı.

Tekel, enfiye, tömbeki ihtiyacını da karşılıyordu. 1933’de puro da üretilmesi kararlaştırıldı ve anlayanlarca halen çok beğenilen Pazar tütününden üretilen Tekel purolarının üretimine Havana’dan getirilen 22 kilo tütünle başlandı; bu tütünle dört bin puro üretilerek piyasaya verildi.

Olağan yaşam akışının sağlıksız olduğu kabul edilen kapitalist yaşam biçiminde ‘sağlıklı yaşam’ sürmek için ek çaba gösterilmesi gerektiği benimsenince, işyerinde insanın aklını başına getiren kahveye izin veren sistem, çalışanlarının sigarasının dumanına boğulup dalıp gitmesine, yani kendisine sigara içimlik zaman ayırmasına engel olmanın kuramsal temelini yakalamış oldu: Sigara sağlığa zararlıydı. Bundan sonra kovalamaca başladı, 17. yüzyıldan beri kazanılan mevziler teker teker kaybedildi ve sigara içilmesine izin verilen kamusal mekânlar gittikçe daraltıldı. Türkiye’de de sigara paketlerine uyarılar yazılmasıyla başlayan kampanya, 1996’da çıkarılan reklam ve kapalı yerlerde sigara içme yasağı getiren yasayla mühürlendi.

Ölümünden sonra bilgisayarında bulunan yazısında Halil Erdoğan Cengiz (1934-1993) şunları söylüyordu: “Uç yıl önce ortaya çıkan kimi sağlık sorunları son bir yıldır iyice üzerime abandı; (…) belâların büyükleri, kırk beş yılı aşkın süredir gece gündüz yanımdan hiç ayrılmayan, nefes darlığı, öksürük gibi külfetlerini bile benden uzak tutmaya özen gösterdiği izlenimini bırakan yâr-ı kadîmim tütünden kaynaklandı. Yıllar yılı ben onu yaktım, şimdi de o beni yakıyor, ödeşiyoruz. Bu satırları da tütünden şikâyet etmek için yazmadım. Amacım, dostları uyarmak: Sigara içmenin bedelini ödemek tasavvur edilebildiğinden de güç bir iş. Söylemedi deme sinler…”

Ağızlık, Çubuk, Pipo

Ağızlık kemik ve kehribardan yapılır, ahşapta yasemin, kiraz, pelesenkağacı yeğlenir. Kuka, fildişi hatta yeşimden yapılan pahalı ağızlıklar da var. Tek parçalısına ‘som’ veya ‘yekpare’, iki parçalısına ‘geçme’ denir. Ağza giren ucu ‘başlık’, sigaranın takıldığı ucu ‘etek’. Bazısının başlığına dişle tutulabilmesi için çentik atılır, bunlara da ‘damaklı ağızlık’ denir.

Çubuk, ortası delik, tek ya da çok parçalı bir gövdenin ucuna oturmuş, lüle adlı, içine tütün konulan bir başlığı bulunan uzun ağızlıktır. Çubuklar 30 cm’den 2,5 metreye kadar değişen boylarda yapılmıştır. Kışın kiraz, yazın yasemin ağacından çubuklar tercih edilir; sahibinin zenginliğine göre imamesi kehribar, gövdesi elmas, yakut süslü çubuklar da vardır.

Konaklarda çubukçu ve ateşçiler çalışır Çubuk içecek olanlar, ev sahi birinin zenginliğine göre ahşap veya değişik metallerden yapılmış düz bir tabla olan ‘takatuka’nın çevresine otururlar, omuzunda her konuk için ayrı çubuk taşıyan çubukçubaşı gelir ve diğer çubukları yerinden oynatmadan çubuğun imamesini konuğun ağzına uzatarak takatuka üstüne yerleştirir. Bu sırada ateşçiler, içinde ‘fındık ateşi’ denilen, köz halinde küçücük kömürler bulunan küçük bir mangalla gelir, lülelere ateş yerleştirirler. Elbette çubuğa kahveler de eşlik eder.

Çubuk devletin en üst katında, sadrazamın bulunduğu toplantılarda da eksik edilmemiştir. Hatta bu toplantılardan ‘çubuk sürme’ terimi de çıkmıştır. Minderlere, sadrazamın karşısına şeyhülislam gelecek biçimde, 

rical rütbesine göre oturur ve çubuklar yakılıp görüşmelere başlanılır, işte görüşmeler sırasında sözünü dinletemeyip canı sıkılan biri olursa, çubuğunu sürerek dışarı çıkar, ‘infial’ halini anlatan bu hale çubuk sürme denir.

Tütün her yerde önce çubuk-pipo benzeri aletlerle içilmiştir. Osmanlı ise çubuğu özellikle sevmiş, oturma biçimi bağdaş kurma olduğu için daha uzun çubuklarla keyfine keyif katmıştır. Tütün ev veya kahve dışında, açık havada veya yürürken içilmeye başlandığında, çubuk ve piponun yerini puro ve sigara alacaktır.

Piponun ortaya çıkışı tütünden çok öncedir, hatta piponun tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu bile söylenebilir, çünkü tarihöncesi döneme ait birçok arkeolojik kazıda demir cevheri veya pişirilmiş kilden yapılmış pipolar bulunmuştur. Ahşap pipoya rastlanmamasının nedeni ahşabın dayanıksızlığı olabilir. Bu pipoların bir bölümü tütsü kabı ve buhurdan, bir bölümü de, halen Okyanus adalarında devam eden, çeşitli otların tütün gibi içilmesi amacıyla kullanılmış gerçek pipolardır. Bugüne kadar bulunmuş olan en eski pipo, Kuzey Amerika’da gün ışığına çıkarılmıştır ve İO 5-6 bin yıllarına tarihlendirilmektedir.

Modern yani bugünkü biçime benzeyen ve tütün içilen pipoların tarihi Jean Nicot’ya dayandırılsa da, ilk pipoların Avrupa’ya Latin Amerika’dan Ispanyol ve Portekizli denizciler tarafından yerlilerden alınıp getirildiği daha akla yakın gelmektedir. 16. yüzyıl sonlarına gelindiğinde pipo Avrupa’da iyice yaygınlaşmış, Hollanda, Ingiltere, Prusya’da pipo yapımına başlanmıştır. Modern anlamda pipo yapımı ve tütün kesiminin öncüsü olan Fransa’ya ise pipo biraz daha geç girmiştir. XIV. Louis’nin ordularının fethettikleri topraklarda pipoyla tanışmasından sonra, pipo Fransa’da askerler ve halk arasında popüler olmuş, Louis askerlere tütün tayını tahsis edip, her askerin pipo ve gerekli avadanlıkları (çakmaktaşı, pipo kaşığı vb.) taşıması zorunluluğunu getirmiştir.

Piponun halk arasında entel veya snob işi olarak görüldüğü doğruysa da, dünya tiryakilerinin gözbebeği lületaşı pipolar Anadolu’da üretilmektedir. Topraktan çıkarıldığında çok yumuşak, dolayısıyla işlenmeye çok uygun olan, biçim verilmesinden kısa bir süre sonra sütbeyaz bir renkte sertleşip hafifleyen ve gözenekli yapısından dolayı çok emici bir özelliğe sahip olan lületaşı yalnızca Anadolu topraklarında bulunur. Bu özelliği yüzyıllardır bilindiğinden lüle yani ağızlık, boru anlamındaki bu adı almış tır. 19. yüzyıl başlarında Avusturyalı tüccarlar tarafından “keşfedilip” pipo yapımında kullanılmaya başlanmıştır ve birçok Avrupa dilinde Avusturyalılardan alınan, deniz köpüğü anlamına gelen Meerschaum sözcüğü kullanılmaktadır. Lületaşının bu adı esinleyen özelliği, kullanıldığı süre ce, farklı süzme niteliğinden dolayı her yerinin farklı biçimde renk değişimine uğraması ve renk armonisi yaratmasıdır. Ayrıca lületaşının, yüksek soğurma özelliği ile, içene ahşap pipolardaki gibi tahta tadı vermemesi nedeniyle tiryakilerce bu kadar tutulduğu da unutulmamalıdır.

Pipo gördüğü ilgiye karşın Fransa sarayına girememiş, Fransız aristokrasisi enfiyeyi tütüne tercih etmiştir. Prusya soyluları ise tütün ve pipoyu daima sevmişlerdir. 1. Friedrich Wilhelm yönetim kurulu toplantılarında sürekli pipo içilmesinin temel kural olduğu ‘Tobakscollegium’ adında bir tütün akademisi bile kurmuş ve başına geçmiştir. Ama 17.-18. yüzyıl süresince pipo yayılıp sokağa çıkmasına ve gündelik hayata yerleşmesine karşın, aristokratik mekânlara, diplomatik resepsiyonlara bir türlü giremedi. Piponun bu mekânları fethi 20. yüzyılda olacak, ama artık halkın tütün zevkini paketlenmiş sigara karşılarken pipo sanatçı ve bilim adamlarına özgü kalacaktır.

Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Yorum bırakın